Kitle çalışmasının sorunları...
İşçi-emekçi ilişkilerimize
yaklaşım ve üslup üzerine
H. Bedreddin
Gündelik faaliyetimizde işçi sınıfına ve toplumun diğer emekçi katmanlarına kapitalist düzenin vahşi yüzünü teşhir ederek, bu karanlıktan kurtulmanın insanlık açısından ne kadar acil ve yakıcı bir ihtiyaç olduğunu anlatıyoruz. Bu kokuşmuş düzenin tek gerçek alternatifi olan işçi sınıfının devrimci iktidarı için, sosyalizm için mücadeleyi yükseltme çağırısı yapıyoruz.
Sınıf ve emekçi kitle hareketinin bir çıkış yapamadığı, devrimci mücadelenin toplumun geniş kesimlerinde yankı yaratmadığı bir dönemde kapitalist düzenden şu veya bu nedenle hoşnut olmayan bir dizi işçi, emekçi ve gençle yüzyüze geliyoruz. Devrimci mücadelenin zayıflığı nedeniyle insanların kitlesel olarak mücadeleye yönelmediği bu süreçte saflarımıza gelişler genelde tekil olarak gerçekleşiyor ve çalışmamızın soluk alabilmesi açısından önemli bir yerde duruyor. Yeri geliyor bu insanlar bir afiş, bir bildiri üzerinden etkileniyor veya çevre çeper ilişkilerimiz aracılığıyla bizlerle tanışmak isteyebiliyorlar. Sonuçta emekçiler ve gençlerle bir şekilde ilişki kuruyoruz.
Burada konumuz bizimle bir şekilde bağ kuran bu insanların sayısı değil, onlara yaklaşımda üslup ve tarzımızdır. Devrimci mücadeleye henüz yabancı olan işçiler ve gençlerle ilk tanıştığımızda onlar üzerinde yarattığımız etki, ilişkinin geleceğini tayin etmek noktasında önem taşıyor. Bu ilk temasta yaratılan etki sonucu ya bizim çevre-çeperimizde bir okur olarak kalacak, ya biraz daha yaklaşarak onları örgütleyebileceğimiz bir süreç işleyecek ya da tamamen bizden uzaklaşacaklardır.
İnsanlar devrimciliğin bedellerini öğrenip “ben bu bedelleri ödemeye hazır değilim” diyerek çekinebilirler, ki bu anlaşılır bir şeydir. Bu nedenle uzaklaşan insanların ardından dövünecek değiliz. Fakat bu uzaklaşmalar bizim hatalarımız, kaba yaklaşımlarımız sonucu yaşanıyorsa, sorunun kaynağını bularak bu tabloyu aşmamız gerekiyor.
Somut bir-iki örnekle konuyu açabiliriz. Daha yeni başlamış bir fabrika önü direnişinde, sınıf karşıtlıklarını henüz görmeye başlayan, sınıf kimliği edinmesi gereken ve en önemlisi henüz partimizi ve komünistleri tanımayan bir işçiye, “biz bu TC devletini alaşağı edeceğiz, tüm devlet kurumlarını dağıtacağız, asker-polis tüm silahlı aygıtlarını ortadan kaldıracağız ve bu devletin yerine yeni bir iktidar kuracağız” dediğimizde, çalışmamıza düşmanlık yayacak birilerine gerek kalmayacaktır. Zira onları yıllardır sermaye devletinin devrimciler hakkında yürüttüğü karalamanın “somut gerçekliği” ile yüzleştirmiş olacağız.
Komünistler olarak misyonumuz elbette işçi sınıfı ve emekçi kitlelere devrimin ve sosyalizmin propagandasını yapmak, yaşanan tüm sorunların çözümünü iktidar sorununa bağlamaktır. Fakat propagandamız işçilerin bilinç düzeylerini gözetebilmelidir. Bugün genel olarak yürüttüğümüz sınıfı devrimcileştirme faaliyetimizde, hak arama ve alma bilincini geliştirebilmenin yanı sıra gerçek ve nihai kurtuluşun işçi sınıfının devrimci iktidarında olduğunu, tek gerçek kurtuluşun sosyalizm olduğunu anlatıyoruz. Fakat bunu güncel olarak yaşanan hak gaspları vb. ile bağını kurarak yapabildiğimizde ancak bir parça karşılık bulabiliyor yapılan propaganda ve ajitasyon. Henüz ekmeği ve işi için mücadeleye başlamış, sınıflar mücadelesinden bihaber bir işçiye, “biz bu devleti yıkacağız, yeri geldiğinde polise karşı sopa da sallamalısın” demenin, henüz yeni emeklemeye başlamış bir bebekten yürümeyi öğrenmeden koşmasını beklemekten farkı yoktur.
Ya da, yeni tanışılan, örgütün, örgütlülüğün ne olduğunu henüz bilmeyen genç bir insana, daha görüşmenin başında, somut bir hedef göstermeksizin, boşluğa seslenircesine “örgütlenmek lazım” demek hangi ihtiyacın ürünüdür? Bu karşımızdaki genç insanı ne kadar etkileyebilir? Ya da henüz mücadele etmediği için kendisi için bir engel oluşturmayan aile vb. sorunları “aşmak lazım” demek, nasıl bir karşılık yaratabilir? Özellikle yeni tanışılan, meraklı ve öğrenme isteği olan, fakat bir takım önyargıları da taşıyan genç insanların kafasında yaratılabilecek soru işaretleri elbette önemlidir. Fakat bunu, bu tür kaba yaklaşımlarla değil, bizzat kendi yaşamından örneklerle göstermeye çalışarak başarabiliriz.
Devrimci mücadele uzun soluklu olmayı gerektirir. Uzun soluklu davranmak, bugünkü puslu havanın bir gün dağılacağının bilmek, sermaye düzeni bugün için güçlü görünse de, devrim günlerinin mutlaka geleceği bilinciyle emekçi kitleleri örgütleme çabamızı kesintisiz sürdürmektir. Birey olarak biz uzun soluklu devrimciler olabiliriz, fakat bize sempati duyan bir emekçiyi de aynı uzun soluklulukla değiştirme ve örgütleme çabası içinde olabilmeliyiz. Yaşamları boyunca burjuvazinin değer yargıları ile şekillendirilmiş, kuşatılmış, köklü önyargılar taşıyan emekçileri anlık müdahalelerle, bir bildiri veya gazete ile değiştiremeyeceğimiz tartışmasızdır. İnsanlar saflarımıza katıldıktan sonra bile hızlı bir gelişme gösteremiyorlar. Bağ kurduğumuz her bir emekçinin politik bakışı, kültürel değerleri, sınıfsal kökeni ve düzeyi farklılıklar taşıyacaktır.
Yaklaşımımızda bunlar gözetmeliyiz. Eskiden devrimci hareketle şu veya bu düzeyde bağı olan bir emekçiyle kuracağımız ilişki ile yaşamı boyunca sol, sosyalist, devrimci düşüncelerle hiç karşılaşmamış bir emekçiyle kuracağımız ilişki farklı olmak durumundadır. Birine devrim dediğimizde aklına gelen Deniz Gezmiş olurken, diğeri gerici tv kanallarında izlediği dizilerdeki karakterleri düşünmektedir. Örste demire nasıl sabırla şekil veriyorsak, onu belirli bir ısıya ulaştırmadan istediğimiz şekli veremiyorsak, kitle bağlarımıza da aynı şekilde yaklaşabilmeliyiz. Belli süreçler yaşanmadan onları istediğimiz düzeye getiremeyeceğimizi unutmamalıyız.
Partimiz bir süredir kitle çalışmasının sorunlarına çubuk bükmekte, parti faaliyeti açısından son derece kritik bir yerde duran bu sorun parti basınımızda da enine boyuna irdelenmektedir. Genel olarak seslenme faaliyeti hakkını vererek yaptığımız bir iştir. Döne döne vurgulandığı gibi, sorunumuz genel seslenme faaliyetimizde değil, emekçi kitlelerle onları örgütleyecek tarzda bağ kurma noktasında düğümlenmektedir. Kampanyaların ardından genel olarak örgütlenme ayağının hala da eksik kalması dikkat çekilen önemli bir noktadır.
Yürüttüğümüz faaliyetin amacı emekçileri örgütlemek ve parti örgütümüzü büyütmek olduğuna göre, mesele ilişki kurduğumuz emekçilere ve gençlere “örgütlenmek lazım” demek değil, ilk başta örgütlülüğün nasıl bir şey olduğunu ve neden gerekli olduğunu anlatabilmektir. İnsanların, kendilerini ifade edebileceği, örgütlü olmanın nasıl bir şey olduğunu kavrayabileceği esnek bir takım platform ve örgütlenmeler aracılığıyla bizzat yaşayarak öğrenmelerini sağlayabilmektir. Örgütlülüğün, özgürlüğünü yitirmek, tek tipleşmek olduğu safsatasının bolca tekrarlandığı günümüzde, gerçek özgürlüğün ve kendini ifade edebilmenin ancak örgütlü olunarak mümkün olabildiğini, emekçilere somut deneyim kazanmalarını sağlayarak anlatabilmemiz gerekmektedir.
Kitle çalışmasının sorunlarının farklı açılardan ele alındığı bir süreçte sorunun bir yönüne işaret etmeye çalıştık. Elbette emekçilere yaklaşım tarzımızın, üslubumuzun partide bir bütün olarak sorunlu olduğu söylenemez. Ama kimi yerellerde böyle bir sorunun yaşandığı açıktır. Kitle çalışmasında sorunlar yaşayan yereller bu açıdan pratiklerini gözden geçirmeli, emekçilere yaklaşım ve üslubu faaliyetin ihtiyaçlarına uygun hale getirme çabası içinde olmalıdırlar.
Diğer yönleriyle birlikte kitle çalışmasında yaklaşım ve üslup sorununu aşabildiğimiz ve bu alanda ustalaşabildiğimizde, bugün yaşadığımız bir dizi zorlanma alanını da aşmayı başarabileceğiz. Partinin temel tarihsel misyonunu layıkıyla yerine getirebilmesi, örgütlenme alanındaki sorunlarımızı aşmamıza sıkı sıkıya bağlıdır. Komünistler olarak bu misyon bilinci ile davranmalıyız.