Logo

IV. Kongre sunumları: Sendikal çalışma ve örgütlenmenin sorunları


TKİP IV. Kongresi sunumları...

Sendikal çalışma
ve örgütlenmenin sorunları

TKİP IV. Kongresi, saptanmış gündemlere bağlı olarak kongre öncesi süreçte Kongre Hazırlık Komisyonları tarafından hazırlanan sunumlar üzerinden çalışmalarını yürütmüştür. Sunumlar parti kongresine bir ön tartışma platformu oluşturmak üzere hazırlanmıştır. Dolayısıyla kongrenin kendi değerlendirme ve kararlarına yalnızca bir ilk hareket noktası oluşturmak işlevine sahiptirler. Burada yayınladığımız metin Sınıf Çalışmasının Sorunları’nı konu alan birden fazla sunumdan biridir...

Son birkaç yıl içerisinde sendikal cephede önemli gelişmeler yaşandı. Öncelikle şunu belirtelim: Düzenin yıllardır özelleştirme ve taşeronlaştırma politikalarıyla hayata geçirdiği sendikasızlaştırma saldırısı ileri boyutlar kazandı. Bu özellikle Türk-İş’te temsil edilen korporatist sendikacılığın tabanını eritti. Sermaye iktidarı biraz da bunu kullanarak sendikal bürokrasiyi uysal bir uşağı haline getirdi. Düzen içi iktidar kavgasında AKP karşıtı cephede olanlar terbiye edildi, bazı sendikalar AKP’nin arka bahçesi haline getirildi. Sendikal bürokrasi iyiden iyiye çürüyüp sınıfa yabancılaştı. İhaneti daha aleni ve pervasız yapar hale geldi. Geçmişte en azından göstermelik olarak yapılan eylemlerden dahi vazgeçildi.

Sendikal bürokrasinin bu düzeydeki çürümüşlüğü tepkilerin yoğunlaşmasına ve açığa çıkmasına zemin hazırladı. TEKEL bu bakımdan bir milat oldu. TEKEL işçileri sermaye iktidarı kadar Türk-İş bürokratlarıyla da mücadele içerisinde, hatta bir yerden sonra da sadece bürokratlardan hesap sorma çizgisinde ilerlediler. Böylece hem sınıf mücadelesinde sarsıcı ve yol gösteren büyük bir direnişi gerçekleştirirken, diğer yandan da bu direnişleriyle hem sınıf hareketi, hem de sendikal bürokrasi üzerinde sarsıcı etkilerde bulundular. TEKEL gibi büyük bir direnişi sistematik müdahalelerle bitiren sendikal bürokrasi, başta TEKEL işçileri olmak üzere işçi sınıfının öfkesini üzerinde topladı. Bu öfke 2010 1 Mayıs’ında patlarken, sendikal bürokrasi karşısında işçilerin mücadele ruhunu büyüttü. Bunun da bir ürünü olarak bu sürecin ardından anlamlı çıkışlar yaşandı. Ontex öne çıkan örneklerden biriydi. Bosch işçilerinin yaptığı çıkış ise bu mücadelenin en ileri aşaması oldu.

İşçi sınıfının öncü kolu konumundaki metal işçilerinin ayaklarına takılı bir pranga olan Türk Metal çetesine attıkları tokat, siyasal-tarihsel önemi olan bir gelişmeydi. Bosch işçilerinin attığı bu adım henüz tüm sonuçlarına varmasa da, kuşkusuz ki sendikal bürokrasiye karşı mücadelede yeni bir çığır oldu. İşçi sınıfının işbirlikçi sendikacılıktan kurtularak sermayeye karşı belini doğrultması yolunda önemli bir adım olan Bosch’u boğmak için sermaye ve işbirlikçileri elbirliği yaptılar. Alt kademe sendikal bürokrasinin bilinen çapsızlığı ile birlikte mesafe de aldılar. Ancak yine de bu süreç devam ediyor. Sendikal alanda ve sınıf mücadelesinde dengeleri değiştirebilme potansiyellerine sahip olan bu gelişmenin taşıdığı öneme denk bir politik-pratik sahiplenmeyi göstermek durumundayız.

Sendikal cephede reformist girişimler

Bu dönemde sendikal cephede bir yanda üst kademe sendika bürokrasisi düzenle tam bir bütünleşme yaşayıp biçimsel mesafeyi de ortadan kaldırırken, onu aşmak iddiasıyla çeşitli girişimler gündeme geldi. Bunlar arasında Sendikal Güç Birliği Platformu (SGBP) öne çıktı. Türk-İş bünyesindeki AKP kuşatmasına, Türk-İş’in AKP’nin arka bahçesi haline getirilmesine karşı bir tepkiyi de içeren bu çıkış, bu ölçüde burjuva siyaseti, özelde de CHP ile ilişkiliydi. Öte yandan sınıf içerisinde son dönemde bürokrasiye karşı birikmiş öfkeye de yaslanmaya çalıştı. Ancak söylemleri ne olursa olsun içlerinde sınıfa ihanetleri tescilli olanlar, sendikalarında bürokratik bir sulta kurarak tabandaki her ileri çıkışı hoyratlıkla ezenler de vardı. Bu ölçüde de işçi sınıfı içerisinde en başından itibaren büyük bir güvensizlikle karşılandı.

Bununla birlikte bu platform sözde iddialarına uygun bir pratiği örmedi. Tabana yaslanmak, onun enerjisini açığa çıkarmak hedefiyle ciddi herhangi bir girişim içerisinde de olmadı, bu yönde kararlar almasına rağmen... Elbette AKP işbirlikçisi Türk-İş yönetimi karşısında sallantılı olsa da yer yer sınırları olan bağımsız bir tutum gösteriyor olması (en ileri örneği 1 Mayıs’tır), bu platformu sınıfın yararına kullanmayı olanaklı kılıyor. Fakat bu olanakları abartmamak gerekiyor. Dahası bu olanaklarla gözleri kamaşan bir kısım refomizmin etkisindeki sol sendikacılar da böylelikle çürüyorlar. Bu girişimin sınırlarını görmek, sallantılı ve bürokratik özünün bilincinde olmak, tüm bu gerçekleri ileri sınıf güçlerine anlatmak, bu platformun sağladığı sınırlı olanakları kullanabilmenin yolunun dahi tabandan örgütlenmeye-birleşmeye bağlı olduğunu kavratmak, bunun gereklerini yapmak üzere adım atmak gerekir.

Bu temel gerçekleri gözlerini yumanlar hem sahip oldukları mevzileri sendikal bürokrasinin ellerine verirler, hem de sendikal alanda politik bakımdan gericiliğin ekmeğine yağ sürerler. İşte son dönemde bu bakımdan da çarpıcı örnekler yaşanmıştır. EMEP türünden reformistler yanında Belediye-İş ve Genel-İş üzerinden P... ve H... türünden grupların düştüğü durumlar ortadadır. Bunlar koltuk uğruna gerici ve bürokratik sendikal odaklarla işbirliğine girebilmişlerdir. Kuşkusuz alt kademe bürokrasinin karakteri iradesizlik, küçük hesapçılık ve ana güçler arasında yalpalamakla belirlenmektedir. Bunlar küçük-burjuva sol akımların da karakteristik özellikleridir. Sendikal alanda iş politika yapmaya geldiğinde bu türden sonuçlar doğurmaktadır. İşte bu dönemde çarpıcı görünümler alan bu örneklere karşı kararlı bir mücadele vermek temel bir görevimizdir. Ancak bu bakımdan yetersiz kaldığımız açıktır. Belediye-İş, SGBP ve son olarak DİSK Genel Kurulu vesilesiyle ortaya çıkan örnekler vesilesiyle bu görülmektedir.

Yeni dönemde mutlaka bu cephedeki mücadeleyi güçlendirmeliyiz. Ayrıca bu mücadele içerisinde ve gücümüze de bağlı olarak bunları politikalarımız doğrultusunda harekete geçirmek mümkün olabilir. Bunu gözönünde bulundurmalıyız.

Tabandan gelen sendikalaşma girişimleri

İşçi sınıfının sendikal örgütlenme eğilimi bu dönemde de güçlenerek sürdü. Azgın sömürünün bunalttığı işçiler bir çıkış yolu olarak sendikaların yolunu tuttular. Metal ve petro-kimya sektörleri başta olmak üzere birçok işkolunda sendikalar önemli ölçüde büyüdüler. Fakat birçok örnekten de yakınen biliyoruz ki, bu örgütlenme girişimleri sermaye ve uşakları tarafından cepheden saldırılarla yüzyüze kaldılar ve ezildiler. Bu nedenledir ki bu dönemde tam da buradan kök alan çok sayıda işçi direnişi yaşandı. Bu direnişler son yıllarda sınıf hareketinde canlı bir dinamik olarak varlığını gösterdi. Sendikal bürokrasinin sınıf hareketinin birleşik eylem yeteneğini dumura uğratarak sessizliğe boğduğu bir dönemde bu eylemler sınıfın tabandan hareketliliğinin göstergeleri oldu.

Bu direnişlerin bir kısmında biz doğrudan taraf olurken, bir kısmına da başladıktan sonra müdahalelerde bulunduk. Önemli bir deneyim biriktirdik. Bununla birlikte işçi sınıfının örgütlenme eğilimini kucaklayarak ve bu eğilime dayanarak sendikal alanda mevzi tutmak bakımından zayıflık yaşadık. Bir yanıyla bu düşmanın cepheden yürüttüğü baskı ve saldırılarının bir sonucuydu. Fakat bunda kendi hatalarımızın da büyük bir rol oynadığını belirtmek gerekir. Bu deneyimler üzerinde durmak, dersleriyle donanmak ve yeni dönemde mutlaka bu eğilimden beslenmek, onu kucaklamak, ona dayanmayı başarabilmek durumundayız. Bu amaçla daha güçlü, sistemli ve planlı müdahaleler, kampanya düzeyinde yüklenmeler yapmalı, ayrıca kazanımları kalıcı hale getirebilecek bir politik-örgütsel kapasiteyi yaratmalıyız.

Genç, politik bakımdan zayıf, ancak mücadeleci bir kuşağı barındıran bu hareketlilik ya da eğilim devrimci yanıtlar bulamadığı/devrimci zeminde örgütlenemediği ölçüde dağılıp gitmektedir. Öyle ki sendikal bürokrasinin hakkından gelebilecek potansiyellere sahip olan bu genç mücadeleci dinamik, daha filiz halindeyken örgütlü bürokrasi tarafından ezilmekte, düzene uydurulmaktadır. Bunu aşmak için fabrika komiteleri, beraberinde ise sektörel birlikler türü sendikal alanda politika yapan devrimci zeminlerin kurulması-işletilmesi özel bir önem taşımaktadır. Ayrıca bazı bilinen örneklerde olduğu gibi, elde edilen sendikal mevziler sendikal bürokrasiye karşı devrimci bir politik mücadele odağı biçiminde örgütlenmelidir.

Mücadelede öne çıkan gündemler

Ortadaki mücadele dinamikleri dikkate alındığında, önümüzdeki dönemde çalışmamızda gözetmemiz gereken beş temel gündem olduğunu söylemek gerekir.

Bunlardan birincisi, yasal engeller ve baskılardır. Sermayenin sendikal hak ve özgürlükleri gaspa yönelik hamleleri bu konuya önem kazandırmaktadır. Ayrıca birçok sendikalaşma girişiminde de gördüğümüz üzere, örgütlenme girişimleri sermaye, devlet ve sendikal bürokrasinin işbirliğinde baskı ve zorbalıkla karşılanmaktadır. İşçi sınıfını siyasallaştırmak bakımından büyük bir olanak olan bu süreçleri hakkıyla değerlendirebilmek üzere politik-pratik bakımdan hazır olmalıyız. Hatta bu konuları özel kampanyalar biçiminde yüklenmelere de dönüştürebiliriz.

İkincisi, sendikal bürokrasidir. Sendikal bürokrasinin çok yönlü tahakkümüne ve baskısına karşı ortaya güçlü bir mücadele dinamiği çıkmaktadır. TEKEL, Bosch, Ontex gibi örneklerden de görüleceği üzere, işçiler daha örgütlenme ve mücadele süreçleri içerisinde bile sendikal demokrasi yönünde güçlü özlemlere sahipler. Temsilcilerini kendileri belirlemek, mücadele süreçlerinde söz hakkı gibi istemlerle sık sık karşılaşmaktayız. İçerisinde olduğumuz mevzilerde, sektörel bazlı çalışmalarda bu gündemlere hak ettiği önemi vermeliyiz. Fabrika çalışmalarında yol aldıkça bu gündemin giderek daha çok önümüze geleceğini unutmamalıyız.

Üçüncüsü, insanca yaşamaya yeterli asgari ücrettir. Krizden sonra işçi ücretlerinde büyük bir erime yaşanmıştır. Bosch’ta dahi mücadelenin kaynağında ücret ve sosyal haklar sorunu olduğunu unutmayalım. Bu nedenle önümüzdeki dönemde daha iyi ücret mücadelesiyle birlikte toplusözleşme ve asgari ücreti belirleme süreçlerinin çok daha sert geçeceğini söyleyebiliriz. Kamu emekçilerinin son dönemde ortaya koydukları mücadele de bunu bir başka açıdan doğruluyor.

Dördüncüsü, esnekleştirme, özelde de taşeronlaştırmadır. Neo-liberal saldırganlığın temel başlıklarından olan esnekleştirmeye karşı mücadele son yıllarda ivme göstermiştir. İşçi sınıfını örgütsüzleştirmek ve kuralsız bir çalışma düzenine mahkum etmek sonucunu veren bu saldırılar karşısında işçi sınıfı örgütlenerek yanıt vermeye çalışmaktadır. Özellikle taşeronluğun sınıfın geniş bölüklerini etkilemesi ve ağır sömürü şartları bu sorunu genel politik bir zemine taşımaya olanaklı hale getirmektedir. Bizzat bu alandaki dinamiğe de yaslanarak örgütlenen Dev-Sağlık-İş ve Enerji-Sen deneyimleri ortadadır. (Bu deneyimleri aynı zamanda bağımsız sendika kurup kurmamak sorusuna bir yanıt oluşturması basımından da değerlendirmek gerekir.)

Diğer taraftan İstanbul’da ptt ve Maltepe belediye direnişi deneyimleri, bu sonuncuya dayanarak örgütlenen kurultay, son derece anlamlıdır. Kurultay bu sorun üzerinden toplumun gündemine oturacak bir mücadelenin olanaklı olduğunu göstermiştir. Her ne kadar sonuçları itibariyle sınırlı kalsa da, daha iyi ve planlı bir çalışmayla bu alanda ülke çapında genel bir kampanya yürütülebilir. Yapılanı aşan yeni bir kurultay, tek bir bölge ya da il dışında, ülke çapında örgütlenebilir.

Beşincisi, sendikalaşma eğilimidir. Ağır sömürü şartları karşısında güçlü bir sendikalaşma isteği gösteren işçi sınıfının bu eğilimini kucaklayarak sendikal mevziler kazanabilmeliyiz. Geçtiğimiz dönemde bu bakımdan ciddi deneyimler yaşadık, ancak maddi kazanımlar elde edemedik. Bu dönemde artık bu sorunu aşmalıyız. Nedenlerini irdelemeli, gereken önlemleri almalıyız.

Burada en çok yaşadığımız sorun sendika bürokratlarının tahakkümü ve bizi etkisizleştirmeye yönelik gericiliğidir. Bu alanda adım atmadan mevziyi güçlendirmek önem taşıyor, ancak gündem sendikalaşmak olunca geciktirmek de mümkün olamayabiliyor. Gecikme durumunda bazen patronun saldırılarıyla mevziyi de kaybedebiliyoruz. Bu durumda süreci iyi yönetebilmek gerekiyor.

İlerici sendikal odaklarla ilişkiler

İlerici sendikal odakların durumuna dair yukarıda değinmeler yaptık. Bu odaklar içerisinde sayılabilecek reformizm kadar devrimci-demokrat güçler de sendikal bürokrasi karşısında bağımsız hareket edebilme iradesine sahip değiller. Ayrıca imkanları olduğu her durumda sendikal bürokrasi ile ilkesiz ittifaklara özel bir eğilim göstermektedirler. Bu nedenle sendika bürokratlarının suçlarına da ortak olmakta, tabandan ve onun ihtiyaçlarından kopmaktadırlar. Koptukça da politik söylemleriyle pratikleri arasında derin bir uçurum oluşmakta, bu da bir yandan ileri-öncü sınıf güçleri üzerinde bozucu etkilerde bulunmakta, diğer yandan devrimci harekete karşı güvensizliği arttırmaktadır. Bunun için bu çevrelere karşı ideolojik-siyasal mücadeleyi kesintisiz sürdürmek önem taşımaktadır.

Bununla birlikte sendikal alanda bağımsız durmaya çalışan, sol harekete yakın, ya da şu veya bu çevreyle ilişkili belli güçler de bulunmaktadır. Bunları devrimci sınıf sendikacılığı ilkeleri temelinde yanyana getirmek önem taşıyor. Bu bakımdan mevzi kazandıkça gündemimizde daha çok yer tutacak bir konudur. Güç kazandıkça ve giderek bir çekim merkezi oldukça, bugün sendikal bürokrasisinin eteklerinden kopamayan unsurları da etkilemek ve sürüklemek mümkün olacaktır. Bazı örneklerden de görüleceği üzere, doğru ve inisiyatifli bir politikayla başarılı sonuçlar alınabilmektedir.

Sendikal bürokrasiye karşı mücadelede Ontex ve Çel-Mer deneyimleri

Bu iki deneyimin ortak özelliği, bir mevziye dayanarak sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin yükseltildiği örnekler olmalarıdır.

Her iki örnek de olumlu ve olumsuz yanlarıyla bir bütün olarak çok anlamlı deneyimlerdir. Bu nedenle bu deneyimlerden sendikal bürokrasiye karşı mücadeleyi örgütlerken yararlanmak büyük önem taşıyor.

Burada kısa başlıklar halinde bu iki deneyimden çıkarılabilecek dersleri sıralamak istiyoruz.

* Her iki örneğin ortak üstün yanı, mevzi mücadeleyi politik alana taşımış olmalarıdır. Öyle ki mücadele tek bir kapitaliste karşı mücadele olmaktan genel olarak sermayeye ve onun politik uzantılarına karşı bir mücadeleye, sendikal bürokrasinin mevzideki uzantılarına karşı mücadeleden genel olarak sendikal bürokrasiye karşı mücadeleye dönüşmüştür.

* Mevzideki mücadelenin hedef ve kapsam bakımından politik alana taşınmış olması, bu mücadelelerin etkinliğini ve gücünü de doğrudan etkilemiştir. Böylelikle hem kendi alanlarında sermaye ve sendikal bürokrasi üzerinde, hem de ilerici sol ve sendikal kamuoyuna mal olarak, geniş bir etki alanına ulaşmışlardır. Dolayısıyla bu iki örnekten çıkarılacak en önemli sonuçlardan birisi, sermayeye ve sendikal bürokrasiye karşı mücadelede mevzi kazanmak kadar onu korumanın da esas olarak bu mücadelenin politik bir eksende kurulmasına bağlı olduğudur.

Bu iki örnek sadece başarılarıyla değil başarısızlıklarıyla da bu gerçeği doğrulamaktadır. Örneğin Çel-Mer’de düşman saldırıya giriştiğinde bu bakımdan pek az şey yapılmıştır. Bu ölçüde de bu önemli mevzi bir bakıma sessiz sedasız kaybedilmiştir. Ya da Ontex’de özellikle direnişçi işçilerden bazılarının apolitizmi buradaki sonu hazırlamıştır.

* Her iki örnek, mücadeleyi olabildiğince politik mecraya çekebilmenin hayati önemini, diğer taraftan da bu yolda başarıyla ilerlemenin esasta mevzideki güçleri ve konumumuzu sağlamlaştırmaya bağlı olduğunu göstermektedir. Öyle ki, eğer mevzi mücadelesini politik sahaya taşırken mevzideki sınıf güçlerini ideolojik-politik bakımdan eğitmez ve örgütsel bir temel atamazsak, bu güçlere dayanarak ilerlemenin bir sınırı olduğunu unutmamak gerekir. Zira politik mücadelenin sorumluluğunu taşıyamayacak durumda olanlar, bizim aynı zamanda politik bir taraf olduğumuz bir mücadeledeki olumsuz pratikleriyle ciddi bir ağırlığa dönüşebilirler. Ontex’de direniş sona ererken ortaya çıkan sorunlar bunu göstermiştir. Politik olarak geri, aynı zamanda karakter olarak zayıf bir işçinin çıkıp diğer işçileri etkilemesi ve sendika bürokratlarıyla en geri bir temelde ilişkiye girmesiyle ortaya çıkan durum yeterince açıklayıcıdır.

Bu nedenle sendikal bürokrasiye karşı mücadelede dayandığımız mevzilerdeki güçlerin politik düzeyini yükselmeli, örgütlülüklerini sağlamlaştırmalıyız.

* Bu bakımdan, özellikle Ontex gibi başlangıçtan itibaren atılacak adımlar konusunda inisiyatifin elimizde olduğu bir mevzide, mevziyi güçlendirmeden, yani sadece öncünün değil bir bütün olarak öncünün niteliğiyle birlikte ana gövdeyi mücadeleye hazırlamadan zamansız adımlardan uzak durmalıyız. Ontex’te TİS sürecine yapılan başarılı müdahale sonuç doğurmuşken, mücadeleyi keskinleştirip ileri bir mecraya taşımaktan kaçınılabilirdi. Bunun yerine bu müdahalenin kısmi kazanımlarına dayanarak fabrikadaki örgütlenmeyi geliştirebilirdik. Komitedeki öncülerin niteliğini yükseltir, örgütlülüğü giderek aşağıya doğru yayar, kitlenin bilinç ve mücadele yeteneğini geliştirebilirdik.

* Mevziyi güçlendirme ve politik alanda mücadeleyi derinleştirme yolundaki çalışmalar kesintisizce sürdürülmelidir. Herhangi bir boşluğun düşmanın karşı saldırısına davetiye çıkaracağını, ayrıca bıraktığımız her boşluğun başka güçlerle doldurulduğunu unutmamalıyız. Çel-Mer’de olan budur, yine Ontex’te de yer yer buradan gelen sorunlarla yüzyüze kaldığımız açıktır.

* Politik mücadele zorunluluğu ile mevzideki güçlerin zayıflığı arasındaki gerilimin bir kırılmaya dönüşmemesi önemli bir noktadır. Bunun için mevziyi güçlendirmeye yönelik adımlarımızı atarken, mevzideki güçlere taşıyamayacakları, zorladığımızda kırılmaya dönüşebilecek yükler vermemeye dikkat etmeliyiz. Ontex’te bu bakımdan bir dizi sorun yaşanabilmiştir. Belirtelim ki buradaki handikap nesnel bir durumdur. Dolayısıyla onu bilince çıkararak, aşmak üzere sistemli, kararlı ve yoğun bir emek vermeliyiz. Bu ise bizim önderlik kapasitemizi sınayacaktır. Mevzide dayanmaya çalıştığımız işçileri geliştiremediğimiz, bu gücü ve yeteneği gösteremediğimiz ölçüde onları zorlu bir kavgaya sokmamız mümkün olmaz. Böyle bir durumda ortaya çıkacak gerilimi ya da gerilikleri tepeden inme, dayatmacı tutumlarla aşma çabası ise işçilerle olan ilişkilerimizin yıpranmasını getirir.

* Sözkonusu olan önderlik kapasitesi esasta kadrosal nitelikle ilgilidir. Bu mevzi mücadelelerin ihtiyaçların ancak nitelikli kadrolar, bunun üzerinde de nitelikli örgütler karşılayabilir. Bu bakımdan yoldaşlarımız içerisinde ideolojik-siyasal kapasitesi gelişkin, pratik deneyimi olanlar varsa da, bunun ihtiyacımızı karşılayacak düzeyde olmadığı açıktır. Dolayısıyla buradaki sorun genel kadro sorunumuz kapsamındadır. Diğer taraftan, sorunun tek tek kadroların niteliğini aşan bir örgütsel nitelik ve kapasite sorunu olduğunu da unutmayalım. Yani zayıflık esasta partinin siyasal-örgütsel mücadele kapasitesiyle ilgilidir. Bu mücadelelerin bulundukları alanı aştığını, tüm partinin mücadele-çalışma gündemi olduğunu unutmamalıyız. Dolayısıyla doğrudan mevziyle ilişkilenen örgütümüz ile birlikte tüm bir parti örgütü, en başta da merkezi önderlik bu sürecin sorumluluğunu taşımaktadır. Bunun için bu süreçlerdeki pratiğimizi irdeleyebilmeliyiz.

* Mevzi mücadelelerin politik alana taşınması, esasta bu alandaki görevlerin tüm parti örgütlerinin gündeminde olduğu anlamına gelir. Bu demektir ki, bu süreçlerde parti tüm güçleriyle ortak bir yüklenme içerisine girmelidir. Bulunulan alanların özgünlüğüne göre değişmekle birlikte mevzideki gelişmelere bağlı olarak yerel yanıtlar üretilmelidir. Boykot kampanyası gibi somut mücadele süreçlerinin bunu kolaylaştırdığını biliyoruz. Bu çerçevede tüm illerde eş zamanlı yapılan eylemlerin bir parti kültürü-refleksi ve tarzını ortaya çıkarması, bunu geliştirmesi ayrıca önemlidir. Böyle davranmakla, ortak yüklenmekle mevzideki mücadeleyi de alabildiğince güçlendiriyor, ileri-öncü işçileri politik olarak kazanmanın olanaklarını oluşturuyoruz.

* Her iki örnekte örgütlenen direnişler politik bakımdan da belirgin biçimde damgamızı taşımıştır. İleri ve öncü işçiler politik bakımdan bize yakınlaşmışlardır. Dolayısıyla bu, bu mevzilerde ileri işçileri devrimcileştirmek ve partiye kazanmak konusunda ciddi olanakların varlığını göstermektedir.

* İleri-öncü potansiyelleri açığa çıkarmak, ileride olanı geliştirmek ve politikleştirmek, bu işçileri hem kendi alanlarında hem de bir bütün olarak işçi sınıfı içerisinde etkinleştirmemize bağlıdır. Bu da işçileri harekete geçirecek somut taktik politikalar ve örgütlenmelerin oluşturulmasına bağlıdır. Bunun için işçilere mevzideki mücadelenin ihtiyaçlarına bağlı olarak net politik-pratik hedefler göstermek gerekir. Bunu başarıyla yapmak bize aynı zamanda bu işçilerin enerjilerini açığa çıkarmak kadar bu enerjiye yaslanarak sınıfa yönelik daha etkili müdahalelerin imkanlarını sağlayacaktır.

Örneğin Çel-Mer’de direnişin ardından içeriyi örgütlemek ve aynı zamanda başka fabrikalara ulaşmak amacıyla yapılan plan anlamlıdır. Bu plana göre işçiler tanıdıklarından başlayarak çevre fabrikalardan işçilere ulaşacak, buralarda da sendikal örgütlenme çalışması yürütülmeye çalışılacaktı... Bir diğer örnek Çel-Mer’in öncü işçilerine yaslanarak EMEP kurultayına yapılmaya çalışılan müdahale olmuştur.

* Her iki mevzideki deneyim de bize mücadelenin son derece sert olduğunu, dolayısıyla örgütlenmede de buna uygun bir dikkati, özeni ve tutumu gerektirdiğini göstermektedir. Çalışmanın gizliliği özenle korunmalı, iç illegalite sağlamca kurulmalıdır.

* Bu iki örnek bize politik etkinin ne denli önemli olduğunu, hiçbir emeğin boşa gitmediğini ispatladı. (...) Ayrıca, yıllar boyunca bu alanda yürüttüğümüz genel seslenme faaliyetinin karşılığını da aldık.

Sendikal alanda mevzilere dayalı politika yapmak...

Politikanın etkinliği biraz da güce bağlıdır. Güç olunmadan politika yapmada mesafe almak mümkün değildir. Sendikal alanda politika yapmak için de fabrikalarda kök salmak hayati bir önem taşımaktadır. Yıllardır sendikalar, sendikal bürokrasi, sendikal bürokrasiye karşı mücadele, sendikalaşma gibi temel konularda sağlam bir politik açıklığımız, sözümüz var. Sınıf çalışması içerisinde de sendikal alanla şu ya da bu biçimde ilişkileniyoruz. Çalışma yürüttüğümüz fabrikalarda, sendikalaşmak hemen her durumda temel bir gündem oluyor. Ayrıca son dönemde de sendikalaşan ya da sendikalı fabrikalarda bir yer tuttukça politika yapmanın olanakları da çoğalıyor. Bu ölçüde de giderek bu alanda daha özel konularda net politikalara, nitelikli kadrolara, araçlara sahip olma ihtiyacı yakıcılaşıyor.

Sendikal alanda etkin biçimde politika yapmak için fabrikada mevzi tutmak hayati bir önem taşımaktadır. Fakat mevzi tutabilmek için de politika yapılmalıdır. Bu çoğu durumda bir sendikalaşma çalışmasıdır. Öyle ki kısmi hak mücadeleleri dahi çoğu durumda bir yerden sonra sendikalaşma çalışmalarına dönüşmektedir. Böylece daha bu aşamada sendikal alana girmiş oluyoruz, hem politik olarak hem de fiilen... Bu nedenle, daha bu ilk aşamada fabrikada yapacaklarımızı sendikal bürokrasiyi ve sendikalardaki anlayışları hesaba katarak yapmak durumundayız. Biz sınıf devrimcileriyiz, amacımız başlı başına daha iyi ücretler ve çalışma şartları ya da sendikaya üye kazanmak değil, işçi sınıfını devrimcileştirmektir. Tüm bunları da sınıfın devrimcileşmesini kolaylaştırdığı, onu bilinç-örgütlenme ve eylem bakımından giderek sermaye ve düzenle karşı karşıya getireceği için önemsiyoruz.

Ancak sendikal bürokrasi, tescilli haininden ara kademesine kadar, özünde sendikaya üye yazmayı kendi başına bir amaç olarak ele alıyor. İşte bu nedenle daha yolun başında, sendikalaşma sürecinde, sendikal alanda politika yapmak, çok yönlü bir mücadele yürütmek kaçınılmaz oluyor. Çünkü sendika bürokratları çalışmada izimizi görür görmez, gerici yüzlerini gösteriyorlar. O kadar ileri gidiyorlar ki, tehlikeyi hissettiklerinde örgütlenmeye dahi yanaşmayabiliyorlar. Başlarını ağrıtacağımızı biliyor, büyük emeklerle yaratılan mevzinin kendisine karşı olduğu bilinciyle anında gericiliğe çark ediyorlar. Ya hiç ellerini sürmüyorlar, ya da yaratılan mevziye bulaştıklarında bizi tasfiye etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bizimle ilişkili olan işçilere vebalı gibi davranabiliyorlar. Onları yalıtmaya, etkisizleştirmeye, yok saymaya çalışıyorlar. Son dönemde metal işkolu başta olmak üzere böyle çok sayıda deneyimimiz var ve bunu yapan sözde ilerici, solcu sendikacılar olabiliyor.

Bu koşullarda yapılması gereken, sendikalaşma mücadelesini basitçe bir sendika üyeliği olmaktan çıkararak sermayeye ve sendikal bürokrasiye karşı çetin bir mücadele süreci olarak örgütlemektir. Buna uygun planlı, uzun soluklu bir hazırlık yapmaktır. Örneğin sendikalaşma çalışmasında bunun gerektirdiği gizliliği (sermayeye ve sendika ağalarına karşı) korumaktır.

Bu noktada mevziyi korumak kadar asıl olanın politik süreklilik olduğunu unutmamalıyız. Bu da, mevzi kaybetsek dahi sendikal alanda politik etkinliğimizi sürdürmek demektir. Metal işkolundaki sendikal birlik deneyimi bu bakımdan bir örnektir. Fabrikalardaki mevzilerimizi kaybederiz ama işçi birliği zemini üzerinden politik etkinliğimizi buna rağmen koruruz. Bu da beraberinde yeni mevziler kazandığımızda politik etkimizin kopukluk olmadan yükselmesi sonucunu verir.

Mevzide politika yapmak denildiğinde, bu sadece sendikal politika sınırlarında anlaşılmamalıdır. Politika yapmak aynı zamanda siyasal gündemlere dayalı çalışmak, siyasal süreçleri fabrikada bir gündem haline getirmek, fabrikadaki durumumuza göre mücadele konusu etmek demektir. Bu da Kürt sorunundan emperyalist savaşa ve gericiliğe kadar hemen tüm sorunların mevzideki çalışmanın bir gündemi olduğu anlamına gelir.

Politika yapmak demek aynı zamanda ileri ve öncü olana ulaşmak, onları sendikal süreçler başta olmak üzere harekete geçirebilecek politik-örgütsel taktikleri gündeme getirmek demektir.

Mevzide politik çalışmada TİS’ler ve sendika genel kurulları son derece özel gündemlerdir. Bu gündemler fabrikada derinleşmek, emek-sermaye, emek-sendikal bürokrasi ekseninde işçileri taraflaştırmak ve giderek mücadele-örgütlenme içerisine sokmak bakımından son derece işlevseldir. Birleşik Metal genel kurullarına yönelik müdahale deneyimi bu açıdan öğreticidir.

Mevzide politika yapmak, örgütsel bakımdan çeşitli amaçlarla oluşturulmuş çalışma gruplarından komitelere ve giderek parti hücrelerine kadar değişik, ancak işlevleri farklı örgütsel formları yaratıcı biçimde kullanmayı gerektirir. Burada hücre stratejik hedeftir. Bu da ancak mevzide etkin politika yapmaya, bu amaçla diğer örgütsel formları başarıyla kullanmaya bağlıdır. Bu bakımdan açıklığa sahip olsak da, uygulamada gereken esnekliği ve yaratıcılığı gösterebildiğimiz söylenemez. Bu da mevzi kazanmada işimizi zora sokan faktörlerden birisidir.

Sınıf Çalışması ve Sendikalar Komisyonu

Temmuz 2012


Üste