Logo

Sendikalar sorunu ve sendikal bürokrasiye karşı mücadele görevleri


Sendikalar sorunu ve sendikal bürokrasiye karşı mücadele görevleri

 

Sendikalar ve sendikal bürokrasi tartışmaları

Bugünkü sınıf mücadelesinin en önemli sorunlarından birinin “sendikal hareketin mevcut durumu” olduğu konusunda geniş bir mutabakat var. Türkiyede sendikalar kan kaybediyorlar. İşçi sınıfının güvenini yitireli ise epey uzun bir zaman oluyor. Doğal olarak sınıf hareketi ile ilgili birçok kişi ve kurum bu durumu ve nedenlerini tartışıyor.

“Ne oldu da sendikalar sınıf mücadelesinin önünde bir engelle dönüştü?” sorusuna farklı ideolojik-politik yaklaşımlardan beslenen birçok çevre farklı yanıtlar veriyor. Ağırlığını akademik çevrelerin ya da onların bakışından beslenen siyasal yapıların oluşturduğu bir kesim, sorunun esas kaynağının kapitalizmin yaşadığı iç evrim olduğunu, sendikaların bu evrime uygun bir değişim geçiremediğini söylüyor.

Birbirlerinden çok farklı “özgün” kavram ve terimler kullansalar da bu kesimlerin temel argümanlarını şöyle özetlemek mümkün:

Mevcut sendikalar Keynesçi ekonomiye, Fordist-Taylorist döneme özgü bir yapılanma içindedirler. Oysa korumacı devlet yapısına ve kalabalık üretim birimlerine dayanan bu dönem sona ermiştir. Küresel piyasa ve neoliberal politikalar emeği ve sınıfı parçalamıştır. Korumacı politikalardan kaynaklanan ve bugünün sendikalarının da içinde serpildiği ılıman iklim son bulmuştur. Bu durumun ürünü olan yeni iktisadi politikalar, çalışma biçimleri, yeni çalışan katmanlar ortaya çıkmış, klasik sendikalar bu kesimlerin ihtiyacına yanıt veremediği ölçüde fiziken ve politik olarak önlenemez bir erime sürecinin içine girmişlerdir.

Değişik idelojik-politik yaklaşımlara sahip olan bu görüş sahipleri sendikal bürokrasinin bozucu etkisini genel olarak reddetmeseler de, bunu sözkonusu sürecin dolaylı bir sonucu olarak ele almakta, çözümü “sendikaların kapitalizm eski özelliklerine dayalı yapı ve zihniyetinde yaşanacak köklü değişiklikler”de görmektedirler. “Sendikaların dar işçi örgütleri olmaktan çıkarılması”, “ezilen ve yeni proleterleşen kesimleri kapsayacak bir biçime dönüştürülmesi”, “temel yaşamsal ve insani haklar üzerinden ve bunlardan en çok mahrum bırakılan kesimleri” (bunlar en çok ezilenler, işsizler ve yeni proterleşenler kesimler oluyor) temel alacak şekilde yeniden örgütlenmesi, bu yaklaşımın ortak çözüm platformudur. Buna sendikaların artık işyeri merkezli mücadele ve örgütlenme üzerinden kendilerini varedemeyecekleri, neoliberal politikalara karşı gelişen toplumsal mücadelenin bir parçası-öncüsü olarak konumlanmaları gerektiği fikirleri de eklenebilinir. “Toplumsal sendikacılık” üst başlığında toplanabilecek (her ne kadar bu tanımlamaya sözkonusu çevrelerin bir kısmı itiraz etseler de, bu itirazlar belli ki bu isimlendirmenin yarattığı siyasal angajman tedirginliğinden kaynaklanmaktadır) bu yaklaşımların sahiplerinin esas konumuz olan sendikal bürokrasiye karşı mücadeleyi gündemlerinin önemli bir maddesi olarak görmemeleri, bu düşünce sistematiği ile uyumludur. Ne de olsa sorun sendikaların mevcut “arkaik yapısıdır”. Yaşanmakta olan da, bu yapının karşı karşıya kaldığı kaçınılmaz krizdir. Bu yapı değişmedikten sonra sendikaların kimler tarafından, nasıl, hangi idelojik-politik çizgi doğrultusunda yönetildiğinin esasa ilişkin bir önemi yoktur.

Düşünsel planda daha homojen bir başka görüş, sendikaların içinde bulunduğu durumun mevcut yasalardan kaynaklandığı, anti-demokratik mevzuat ve uygulamalarla sendikaların elinin kolunun bağlandığı, bu tabloya sınıf mücadelesinin genel geriliği ve solun siyasal etkisizliği de eklenince sendikaların güç kaybettiğidir. EMEP gibi reformist partilerden AB’ci aydınlara, üst bürokrasiye mensup olanlar dahil sendikacılardan “ilerici” bazı şube başkanlarına kadar geniş bir yelpazede bulunan bu unsurların, sınıf mücadelesinin mevcut geriliğinin “yapılabilecekleri bugün için sınırladığı”nı açıktan ya da üstü kapalı olarak savundukları görülmektedir.

Bunların bir kısmının sendikal bürokrasi gibi bir sorunu zaten yoktur. EMEP gibi sorunu en azından dillendirenlerin ise sendikal bürokrasiye karşı konumlanmaları, onunla mücadele etmekten çok ona yön ve akıl vermek biçimindedir. Bürokrasiyi en üst kademeye çöreklenmiş üç-beş ağadan ibaret saymak, sendikaların iç demokrasisindeki çarpıklıkları ya mevzuat sorunu olarak ele almak ya da işçilerin sendikaları denetlememesi sorununa sıkıştırmak, sendikaların mevcut mücadele düzeyi eleştirilirken “verili geri koşulların varlığını gözetmeyi” vaaz etmek ve tüm bunları yapmayı sendikalara önem vermekle açıklamak, bu kesimim karakterislik davranış biçimidir.

Üçüncü bir kesimi, sendikal bürokrasiyi ve onun yaratığı tahribatı mevcut durumun esas sorumlusu olarak görenler oluşturmaktadır. Bu düşüncenin en gözle görünür savunucuları halkçı devrimci demokrat yapılardır. Ancak bu yapıların da sendikal bürokrasiye karşı mücadelede etkin bir pratik tutum içerisinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Devrimci hareketin genel güçsüzlüğü ve sınıftan uzaklığı düşünüldüğünde bu zaten kaçınılmaz bir durumdur. Ancak sorun sadece güç ve imkan meselesi ile sınırlı değildir.

 İlkesel yaklaşımlarını her geçen gün biraz daha kaybeden halkçı devrimci demokrat hareketin bu alandaki pratiği de pragmatisttir. Bugün için karşıtlığın pratik nedeni bürokratik kastın saldırgan tutumudur. Bu tutumdaki her türlü esneme devrimci demokrasinin bürokrasiye karşı yaklaşımlarında bir zayıflama olarak kendini göstermektedir. Tersi durumlarda ise iş, sendikaların mevcut önemini ve işlevini reddeden bir vurdumduymazlığa ya da düşmanlığa kadar vardırılabilmektedir.

Meselenin başka bir yönü ise, sendikaların sınıf mücadelesindeki yeri ve mevcut bürokratik yapının kendisine dair açık ideolojik yaklaşımlara sahip olunamamasıdır. Hal böyle olunca da, sendikal bürokrasiye karşı mücadele görevleri somutlanamamakta, mesele bir takım ortak platformlarda ya da gerçekleşen eylemlerde sendikalarla girişilen inisiyatif savaşına indirgenmektedir.

Gerçek her zaman somuttur”
Bugün yalnız sendikal hareketin değil süregiden sınıf mücadelesinin en önemli sorunlarından biri sendikal bürokrasinin yarattığı tahribatır. Sınıf hareketi cephesinde ortaya çıkan büyük küçük her bir mücadele eğilimi sendikal bürokrasi tarafından kontrol edilmekte, dizginlenmekte ya da boşa çıkarılmaktadır. Bu kasta karşı etkin, sistematik ve çok yönlü bir mücadele yürütmeden, ne sendikaları düştüğü çukurdan çıkarmak mümkündür, ne de sınıf hareketini ileriye taşımak...

Böyle bir mücadeleyi yürütmek, sendikaların süregiden sınıf mücadelesindeki yeri ve sendikal bürokrasinin misyonu noktasında tam bir açıklığa sahip olmakla mümkündür.

Sendikalar halihazırda işçi sınıfının tek kitlesel sınıf örgütüdür. Sendikalarda örgütlü işçi sayısının genel işçi kitlesi ile karşılaştırıldığında fazlası ile sınırlı kalması bu durumu değiştirmemektedir. Sorun sayılarda değildir. Yaşanan açık ihanetlere ve sendikal bürokrasinin tüm engelleyici tutumlarına rağmen, işçi sınıfı mücadele ve örgütlenme arayışını döne döne sendikal planda ifade etmekte, toplumsal gündemlere müdahalesi dahi daha çok sendikal formlar üzerinden gerçekleşmektedir. Bunda politizasyon düzeyindeki düşüklüğün, devrimci önderlik planındaki boşluğun, sermayenin çok yönlü ideolojik-politik saldırılarının püskürtülemiyor oluşunun tabii ki rolü vardır. Ancak kitle hareketinin politikleştiği, hatta önemli ölçüde devrimcileştiği dönemlerde dahi sendikaların işçi sınıfı üzerinde özel bir etkisi ve denetimi olmuştur, olacaktır. (Örneğin kitle hareketinin devrimcileştiği ‘70’lerin ikinci yarısında sendikalar işçi hareketi üzerindeki belirgin etkisini sürdürmüştür. Siyasal yapıların etkisi ise doğrudan olmaktan çok sendikalardaki etkileri üzerinden şekillenmiştir. )

Sendikaların sınıf mücadelesindeki öneminin ülkemize özgü bu türden yanları elbette vardır. Bu, sınıf hareketinin ve devrimci hareketin gelişim sürecinin kendine has özelliklerinden kaynaklanmaktadır. Ama mesele hiç de bize özgü yanlarla sınırlı değildir. Sendikalar sınıf mücadelesinin üç temel alanından biri olan iktisadi mücadelenin temel örgütleridir. Ve sınıf mücadelesi tarihi doğrulamaktadır ki, “dünyanın hiçbir yerinde proletaryanın gelişmesi, sendikalar olmadan, sendikaların ve işçi sınıfının partisinin karşılıklı eylemi olmadan gerçekleşmemiştir ve gerçekleşemez. ” (Lenin)

 Sınıf hareketini geliştirme iddiası taşıyan hiç kimse sendikalara gereken önemi vermeden bunu yerine getiremez. Bugün için bu önemin somut karşılığı, sendikalara çöreklenmiş, böylece işçi sınıfının temel bir mücadele kanalını tıkamış olan bürokratik kasta karşı etkin bir mücadele yürütmektir. Bu kast ortaya çıkan arayışları heba etmekte, böylece hareketin kitlesel bir taban kazanıp yaygınlaşmasını engellemektedir.

Son 30 yılda yaşanan her süreç döne döne sendikal bürokrasinin sınıf hareketinin gelişmesini nasıl engellediğini, sendikaları ve dolasıyla işçi sınıfını nasıl güçsüz düşürdüğünü ortaya koymaktadır. Görmek isteyenler için TEKEL Direnişi ve onun ürünü olan genel grev eylemleri dahi yeterince aydınlatıcıdır. Bu tabloyu görmezlikten gelerek dikkatleri başka tartışmalara yönlendirenlerin ya da bu tablonun temel sorumlusu sendikal bürokrasiye karşı açık, etkin ve cepheden bir tutum almayanların sınıf hareketine verebilecekleri yarardan çok zarar olacaktır.

Birinci gruptakiler kapitalizmin yaşadığı öngörülebilir bir değişim sürecini, gözünü “ırak coğrafyalar”dan alamadan değerlendirmekte, ne orada yaşananların somut seyrine ne de bu ülkedeki sendikal hareketin kendine has gelişim sürecini gereğince bakabilmektedirler. İktisadi mücadele, politik mücadele, sendikalar gibi konularda kafası fazlasıyla karışık görünen bu kesimin “değişen üretim ilişkileri” ve “değişen işçi sınıfı” tartışmalarından dolaylı olarak etkilendiği görülmektedir. Konumuz bu olmadığı için, bize “derinlikli ve yeni olanı anlamayı” vaat eden bu görüşlerin pek de yeni olmayan ideolojik kaynaklarını ve yaşanılanları anlatmaktan çok kendi kafa karışıklıklarını anlatan kavramlaştırmalarını şimdilik bir yana koyalım, kendimizi konumuzla sınırlayalım.

 İşçi hareketi olduğu kadarı ile kendini iktisadi-sendikal bir zeminde ortaya koyarken ve bu zeminde yaşanan her çıkış sendikal bürokrasi tarafından boğulurken, sorunu başka bir yerde, “klasik sendikal hareketin krizinde” aramak, her şey bir yana yaşanan gerçeklikten kopmaktır. Sorun sadece gerçeklikten kopmak da değildir.

 İstihdam biçimindeki değişikliklerin, üretim birimindeki bölünmenin ya da mücadele ve örgütlenmeyi zora sokan başka bir gelişmenin yarattığı zorlukların aşılamamasına neden olarak “klasik sendikalarının mevcut yapısını” işaret etmek, sendikalara yön veren politik çizgiyi, bu çizginin temel dayanağı bürokratik kastı ve onun bugünkü pratiğini mazur gösterip aklamaktır. Bu görüşleri dillendirenlerin kendilerini sık sık sendikal bürokrasi ile aynı kulvarda bulabilmeleri bu açıdan şaşırtıcı da değildir. Nitekim bürokratların ağırlıklı bir kısmı da, değişen dünyanın yeni üretim ilişkilerinden bahsetmekte, işçi sınıfını örgütleyememelerinde bu değişen ilişkilerin önemli bir rol oynadığından yakınmakta, sendikaların üstlenmesi gereken yeni görevleri saymaktadırlar.

Klasik sendikal anlayıştan kökten bir kopuş iddiasında olan bu görüş sahipleri, her ne hikmetse sınıfla ilişkilerini (olduğu kadarı ile) gene de ısrarla “artık iflas etmiş” bu “klasik sendikal formlar” üzerinden kurabilmektedirler. Bugün temel alınması gerektiğini söyledikleri yeni toplumsal hareketler ve bunların örgütleri ise “başka ülkelerin deneyimleri” olarak ya kürsü anlatımlarını süslemekte ya da kağıt üstünde kalmaktadır.

İkinci kesime gelince, bunların sendikaların sınıf mücadelesindeki önemi noktasında asgari bir açıklığa sahip olduğu söylenebilir. Yasaların, mevzuatların, fiili uygulamaların sendikal mücadeleyi zorlaştırdığı, hatta yer yer sendikaların elini kolunu bağladığı bir gerçektir. Mevcut bilincinin ürünü olarak işçi sınıfının sendikaları yeterince denetlemediği-denetleyemediği, sendika içi mevzuatların da demokratik olmadığı açıktır. İşçi hareketinin geriliğinin sendikaları etkilediği, genel olarak solun etkisizliğinin de önemli bir handikap olduğu reddedilemez. Ama sorun tüm bunların hepsinde sendikal bürokrasinin oynadığı rolün ne olduğu konusunda ne söylendiğidir.

 Türkiye’de sendikal bürokrasi kurulu düzenin en önemli dayanaklarından biridir. Daha baştan profesyonelleşme yolu ile çok yönlü ayrıcalıklarla donatılmış, özel ilişkiler, iktisadi ve siyasi bağlar ve mafyatik yöntemlerle kurumsallaştırılmıştır. Avrupa’daki gibi kendine dayanak olabilecek aristokrat bir tabaka bizde bulunmadığı için, özel ayrıcalıklarla donatılmış bir işleyiş çarkının sınıfın belli kesimlerinde yarattığı çürümeyi kendine dayanak yapmış, işyeri temsilcilerine kadar ulaşan bir sistem kurarak kendi varlığını sürdürmeye çalışmıştır.

Bunlar bilinmesine, hatta bu kesim tarafından da dile getirilmesine rağmen, bu ikinci grubu oluşturanların sendikal bürokrasiye tavsiyelerde bulunarak yön vermeye çalışmaları, iki de bir onları “namuslu dürüst sendikacılar” olmaya çağırmaları, sendikal bürokrasiye döne döne olmadık misyonlar biçmeleri kuşkusuz ki kör bir iyiniyetin ürünü değildir.

Sınıfın tabandan gelecek eyleminden, onun dönüştürücü gücünden ümidi kesmiş olmak, sendikacılar dışında bir güç ve dinamik görememek, sendikalarla kendi görevleri arasındaki bağı ve farkı doğru ortaya koyamamak, temel sorundur. Hakimiyetini işyeri temsilcilerine kadar ulaştırmış bir sendikal çarkın görmezlikten gelinmesi, bürokrasinin dar bir yönetici tabaka ile sınırlanması da bu sorunların ürünü bir politik tercihtir. Bu kesimdekiler eğer henüz bu çarkın doğrudan parçası değilseler, kendi geleceklerini sendikal bürokrasinin reforme edilmesine ve biraz daha mücadele görevlerine sahip çıkan bir hatta çekilmesine endekslemiş durumdadırlar. Söylemde sendikal bürokrasi sorununu dile getirmeleri ya da taban sözünü dillerinden düşürmemeleri bu gerçekliği değiştirmez.

 

Sendikal bürokrasiye karşı daha etkin bir mücadele

Türkiye’de burjuva partiler sınıf kitlelerini belli ölçüde etkileseler de, sınıf hareketi üzerinde belirgin bir etkiye sahip değildirler. Sınıf hareketini denetim altına alan, onu manüple eden hep sendikal bürokrasi olmuştur. Burjuva partilerin bu hareketle ilişkilenişi onu iç siyaset malzemesi olarak kullanmaktan öteye geçmemektedir. Bu açıdan sendikal bürokrasi sorunu, bugün için çok önemli olan “mücadele arayışlarının bu kast tarafından boğulması” meselesinden de öte bir sorundur. Sendikal bürokrasi düzenin temel dayanaklarından biridir.

Sendikal bürokrasiye karşı mücadele bu açıdan çok yönlü bir mücadele olmak zorundadır. Tabii ki sendikal bürokrasinin panzehiri, tüm engelleri aşarak tabandan gelen birleşik devrimci bir siyasal sınıf hareketi yaratmayı başarabilmektedir. Fakat sendikal bürokrasiye karşı mücadele sınıf mücadelesinin bu genel gerekliliğinin yerine getirilmesi çabası ile sınırlanamaz. Sendikal bürokrasiye karşı bir yandan esas olarak tabandan işyeri işyeri, sendika sendika, eylem eylem bir mücadele yürütürken, öte yandan bunun ayrılmaz bir parçası olarak genel bir politik mücadele yürütmek şartır.

Komünistler her dönem sendikal bürokrasinin mevcut sınıf mücadelesindeki uğursuz rolü noktasında tam bir açıklık içinde oldular. Sınıf hareketini devrimcileştirme sorunu ile sendikaların bu satılmışlar çetesinden kurtarılması arasındaki ilişkiyi hep önemsediler. Bugüne kadar bir yandan tabandan işçi hareketini geliştirme çabasını esas alırken, öte yandan sendikal bürokrasiye karşı politik mücadele yürütme görevinin gereklerini yerine getirmeye çalıştılar. Ancak, yalnızca sınıf hareketinin içinde bulunduğu geri tablonun ürünü olarak değil aynı zamanda bu tabloyu değiştirmekle görevli olanların yaşadığı kafa karışıklıklarının ya da kaba pragmatist davranışların sonucu olarak da sık sık yalnız kaldılar.

Halihazırda bu çabamız önemli eksiklik ve yetersizlikler barındırmaktadır. Ama aynı zamanda bu eksiklikleri aşmamızı kolaylaştıracak anlamlı bir birikim de yaratılmış durumdadır. Önümüzdeki sayılarda sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin pratik sorunlarını ve kendi deneyimlerimizi ele alarak bu önemli konuya devam edeceğiz.

 


Üste