Logo

Reformizmin sınıf hareketi üzerindeki uğursuz rolü


Reformizmin sınıf hareketi üzerindeki uğursuz rolü

 

Bitirilmesinin ardından yaklaşık yedi ay geçen TEKEL direnişi büyük ölçüde unutulmaya yüz tutmuş durumda. Direniş geçtiğimiz günlerde yeniden ama bu kez satır aralarında yapılan değinmelerle burjuva medyanın ve bu arada solun gündemine geldi. Üstelik işçilerin herhangi bir eylemi değil, içerisine düşürüldükleri dramatik durum haber konusuydu. TEKEL işçileri direnişin en somut kazanımı olan 4-C’nin ileri bir tarihe ertelenmesiyle elde edilen sekiz aylık sürenin sonunda 4-C’ye başvurma “hakları”  ile birlikte tazminat haklarını da kaybetme riskiyle yüz yüze kalmışlardı. Tek Gıda-İş yönetimi bu durumdan dolayı Anayasa Mahkemesi’ne 4-C ile ilgili olumlu ya da olumsuz bir karar vermesi için yalvar yakar olmuştu.

Bu büyük direnişten geriye böylesine dramatik bir sonuç kalması, işçi sınıfı hareketi açısından üzerinde düşünülmesi ve sorgulanması gereken bir durumdur. İşçi hareketinin son yıllarda yakaladığı bu en büyük olanağın bu biçimde heba edilmesinin nedenleri üzerinde gerektiği biçimde durulamaz, zayıflıklar tespit edilemez ve kararlı biçimde üzerlerine gidilemezse, işçi sınıfının geleceği açısından bu sorunlar hep büyük handikaplar olarak varlığını sürdürecek ve her defasında işçi sınıfına ayak bağı olacaktır.

TEKEL işçileri Ankara’dan gönderildiği sırada, reformist güçler ve sendikal bürokrasi, direnişin artık yeni bir düzeyde sürdürüleceği iddiasındaydı. Onlara göre Danıştay’ın kararıyla bir kazanım elde edilmiş ve yeni durumda direniş, artık bu kazanımlara da dayanarak ve bu arada soluklanarak yeniden ve daha güçlü biçimde, ülke düzeyine yayılarak devam edecekti. Komünistler daha baştan, bu iddianın direnişi bitirmenin bir kılıfı olduğunu, direniş merkezinin düşürülmesinin ardından işçilerin yeniden toparlanmasının zor olduğunu ve bunun direnişin ateşinin söndürülmesi ve direniş mevzisinin düşürülmesi için yapılmış bilinçli bir manevra olduğunu belirtmişlerdi. Gelinen yerde gelişmeler yazık ki komünistleri bütünüyle doğrulamıştır.

 TEKEL direnişinin bu biçimde kırılması kuşkusuz sınıf hareketinin mevcut durumdaki geriliklerinden bağımsız değildir. Zaten direniş boyunca da her defasında komünistler bu geriliklere dikkat çekmiş ve aşmak için sürekli biçimde politik-pratik bir müdahale pratiği sergilemişlerdir. Bu geriliklerin başında kuşkusuz örgütlü bir öncü birikime sahip olamamak gelmiştir. Bu ölçüde de sendikal bürokrasi tüm zorlanmalarına karşın sürece hakim olabilmiştir. Önce TEKEL işçilerinin tabandan yükselttikleri tazyik karşısında önden gitmek zorunda kalan Tek Gıda-İş bürokratları, bir süre sonra denetimi ellerine almış ve işçilerin mücadele isteğini ve ufkunu sınırlamışlardır. Sendikal bürokrasiye rağmen harekete geçme gücünü de gösteremeyince, işçilerde ciddi bir kırılma ortaya çıkmıştır. Sendikal bürokrasi bu kırılmayı büyütmüş ve bir noktadan sonra da direnişin ateşini söndürme gücünü bulmuştur kendinde.

Fakat direniş karşısındaki gericilik sadece sendikal alanla ve sendikal bürokrasiyle sınırlı değildir. Sendikal bürokrasi bunu yaparken en büyük desteği bizzat sol reformist akımlardan görmüştür. Öyle ki, TEKEL direnişi, sendikal bürokrasinin reformizmle işbirliği sonucu bitirilmiştir. Böylelikle de sınıf hareketinde çok önemli bir çıkışın önü alınmıştır. Reformist akımlar, TEKEL işçilerinin Ankara’dan evlerine gönderilmesinin siyasal sorumluluğunu dolaysız olarak taşımaktadırlar. Zira direniş süresince sendikal bürokrasiyle elbirliği halinde direnişin ateşini söndürmek uğruna sistematik bir çaba göstermişlerdir. Böylelikle bir kez daha sınıf hareketinin kendiliğinden sınırları zorladığı bir eşikte gerici tarihsel rolünü oynamış ve işçi sınıfına ayak bağı olmuş, hareketi geriye çekmiş ve sonuçta yenilgiye sürüklemişlerdir.

Direniş boyunca iki temel çizgi sürekli biçimde karşı karşıya gelmişti. Birinde komünistlerin öncülüğünü yaptığı devrimci direniş çizgisi, diğeri ise onun karşısında açıktan konumlanan ve işi zaman zaman fiziki saldırılara vardıran reformist blokun sendikal bürokrasiye teslimiyet çizgisiydi. Bu blok, şimdilerde giderek daha çok birlikte hareket eden TKP, ÖDP, EMEP ve Halkevleri dörtlüsünden oluşmaktaydı.

Tam bir bürokrat olan Mustafa Türkel bu dörtlü tarafından bir işçi önderi olarak lanse edildi ve el üstünde taşındı. Oysa Mustafa Türkel yeni bir Şemsi Denizer’den, üstelik her bakımdan onun daha berbat bir örneğinden başka bir şey değildi.

Aradan geçen bunca zamana rağmen reformizmin işçi hareketinde yeni bir yol açacak özelliklere sahip bir direniş karşısında benzer bir duruma düşmesi rastlantı değildir. Bu, reformizmin sınıf mücadelesinde üstlendiği rolün gereği, onun karakteristik özelliğinin sonucudur. Çünkü reformizm kendiliğinden harekete tapar ve onun bağımsız bir hatta gelişmesini istemez. Bunun için bağımsız her gelişmenin önünde yer alır, ona engel olmaya çalışır, gericilik yapar. Çünkü reformizmin ufku kurulu düzeni aşamadığı gibi, mücadele anlayışı da devletin belirlediği sınırları esas almak biçimindedir. Bunun kaynağında devrimci iktidar ufkunun olmaması vardır. Bunun için de, kurulu düzenin ve devletinin belirlediği çerçevenin dışına çıkmaktan özenle uzak durur ve bu çerçevenin dışına taşan her eğilimin de karşısında yer alır. Bu ölçüde de sınıfın siyasal ve örgütsel bakımdan bağımsızlaşmasını istemez. Reformizm aynı zamanda parlamenter bir körlük içinde olduğu için işçi sınıfının mücadele gücü ve enerjisine karşı yabancıdır. Onu parlamenter hesapları uğruna kullanmak ister, ama bunun düzene ve sendikal bürokrasiye karşı kararlı bir mücadeleye dönüşmesine karşıdır.

Reformizme ait tüm bu özellikler başından sonuna kadar TEKEL direnişi boyunca görülmüştür. Direnişin başlangıcında reformizm direnişi olabildiğinde en geri noktada tutmaya gayret etmiştir. Olmadığında da işçilerin karşısına çıkmıştır. Direniş alanında sendikal bürokrasinin ve kolluk güçlerinin koydukları sınırları aşmaya yönelik her adımın karşısında onlar yer almışlardır. İşçilerin üst kademe bürokratlarını sonuç alıcı bir eyleme zorladıkları 17 Ocak mitinginde, kürsü işgali sırasında reformistler sendika bürokratlarına siper olmuşlardır. Mücadeleyi seremonik bir gösteriye indirgedikleri için, bu gösterinin bozulmaması için her türlü gericiliği yapmaktadırlar.

Reformizmin direniş içerisinde kendisine dayanak bulduğu geri eğilimler vardır ve bunlar onun yaşam kaynağı olmaktadır. Bu nedenle direniş boyunca TEKEL işçilerinin en geri eğilimlerini beslediler. Bu eğilimleri taşıyan geri işçilere yaslanarak, direnişi sendikal bürokrasiye rağmen fiili-meşru bir hatta geliştirme iddiası gösteren işçilerin karşısına çıkarmaya çalıştılar.

Bununla birlikte reformizmin asıl dayanağı ortaklık kurduğu sendikal bürokrasiydi. Ancak bu ilişkide sendikal bürokrasi baskın konumdaydı. Reformizmi kendi çizgisi doğrultusunda kullanmaya çalıştı her defasında. Reformistler ise sendikal bürokrasinin bu hesapçı tutumlarına boyun eğdiler. Çoğu durumda da onların değnekçiliğini yapmaya kadar vardılar.

Reformistler direnişi, işçilerin bilinç ve mücadele gücünü yükseltecek, sınıf mücadelesini geliştirecek bir olanak olarak görmek yerine, direnişten nemalanmaya, direnişin etkilerini parlamenter hesapları için kullanmaya, bu amaçla da direnişi olabildiğince koflaştırmaya çalıştılar. Bunda büyük ölçüde başarılı da oldular. Sahip oldukları büyük olanakları Ankara’da ağır şartlarda direnişi sürdürmeye çalışan işçilerin hizmetine sunmanın karşılığını onlarca işçiyi üye yazarak aldılar. Ancak bu üyeliklerin mücadele içerisinde herhangi bir karşılığı yoktu, ya da çizgileri işçilerin sınıfsal çıkarlarına yanıt vermediği ölçüde fiilen kağıt üzerinde kaldı. Bu nedenle de onlarca TEKEL işçisini üye yapmakla övünen bir reformist partinin direniş içerisinde bağımsız bir politik ağırlığı yoktu. Reformizmin politikası sendikal bürokrasinin politikasına yedeklenmenin ötesine geçemediği için de çoğu durumda sendikal bürokrasinin soluk bir yankısı olmaktan öteye gitmediler.

Ancak bu onların direnişin seyrinde etkisiz bir rol oynadığı anlamına gelmediği gibi, ortaya çıkan durumun siyasal sorumluluğundan da onları kurtaramaz. Kurtarmadığı gibi, tüm güç ve imkanlarını sendikal bürokrasinin hizmetine sunarak, gerici ve işbirlikçi politikanın uygulanmasında etkin bir görev alarak, gerçekte sendikal bürokrasiden çok daha büyük bir sorumlulukları bulunmaktadır.

TEKEL direnişinin bu dersleri, reformizme ve sendikal bürokrasiye karşı mücadelenin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha, altını çize çize göstermektedir. Bununla birlikte reformizmi ve sendikal bürokrasiyi etkisizleştirmenin yolu sınıf içerisinde güç ve mevzi kazanmaktan geçiyor. Bağımsız politik çizgi eğer böyle bir güçle birleşemezse, sınıfın kaderini belirleyebilecek bir önderlik düzeyi yaratamaz. Bunun için komünistlerin TEKEL direnişinden çıkarabilecekleri en önemli sonuçlardan biri, belki de birincisi; sınıf hareketi içerisinde kökleşmek, onun ilerici-öncü birikimini kazanmak üzere sınıf çalışmasına yüklenmenin ne denli önemli olduğudur.


Üste