Logo

Sınıf içinde emekçi kadın çalışmasının güncel önemi!


 

Sınıf içinde emekçi kadın çalışmasının güncel önemi!

 

Kadınının çifte sömürüsü sorunu tarihsel olarak çözülmemiş temel sorunların başında gelir. Analık hukukunun çökmesi, anaerkil toplumdan ataerkil toplumsal yapılanmaya geçiş, kadın cinsinin geri plana düşmesinin, ve giderek her türlü gerici uygulamaya hedef olmasının da başlangıcıdır. Bu süreç, komünal toplumun dağılması ve ilk sınıflı toplumun oluşmasına denk düşer. Sömürüye dayalı sonraki bütün toplumsal sistemlerde ezilen bir cins olarak toplumsal yaşamın tüm alanlarında kadının ikinci sınıf insan konumunun özü, değişmeden bugüne taşınmıştır. Bu sorunun kaynağı ve çözülmesinin önündeki temel engel, egemen sınıflar ve onların iktidarından başkası değildir.

Elbette, toplumsal altüst oluşlar ve devrimler süreci içinde kadının konumu bir parça da olsa değişmiştir. Ne var ki, insanlığa yeni kapılar açan burjuva devrimlerden en az faydalananlar da yine kadınlar olmuştur. Kadınların yurttaş sayılması ve oy kullanma hakkı çok sonra, bizzat kadınların yükselttikleri mücadelelerle kazanılmıştır. Kadın emeği ile ilgili ve kadın olmaktan kaynaklı hak ve taleplerin ise ancak bir kısmi kazanılabilmiştir.

Kuşkusuz yine de, modern sanayinin gelişmesiyle birlikte, ucuz işgücüne olan talep ve bu talebin kadınlar -ve çocuklar - tarafından karşılanması, kadını bir nebze olsun üretim sürecine katmış, onu bir nebze olsun eski toplumun katı cenderesinden kurtarmıştır. Ama ne pahasına? Burjuvazi, sanayi üretimi içine çektiği kadınları ucuz işgücü olarak daha yoğun bir sömürüye tabi tutarken, aynı zamanda, geçmişten beri gelen kadının ikincil konumunu sonuna kadar kullanmıştır ve kullanmaktadır. Öyle ki, kapitalizmin ilk evrelerinde aç gözlü burjuvazi, feodal gericiliğin bile değer verdiği ve gözettiği analıktan kaynaklı hak ve konumunu ayaklar altına alabilmiştir. Örneğin, günde 16 saate varan çalışma süresi boyunca kadınlar çocuklarını emziremiyor; işten atılma tehdidi nedeniyle doğum sonrası en fazla bir hafta olan iznini kullanamıyor; doğumdan üç gün öncesine kadar izne çıkamıyor; fabrikada, makine başında gerçekleşen doğumlar sıradan bir olay gibi yaşanıyordu.

Fakat tarihsel ölçeklerden bakıldığında kadının üretime katılması onun özgürleşmesi için atılmış bir adımdır. Nasıl ki kadın özel mülkiyetin doğuşuyla köleliğe ilk adımını attıysa, özgürlüğünü de özel mülkiyetin, buna dayalı sistemin tasfiyesiyle kazanacaktır. Bunu da bizzat katıldığı üretim içinde, bir parçası olduğu emek ordusu ile omuz omuza, mücadelede ederek kazanacaktır.

Kapitalizmde kadın işçi olmak, işinin
ve evinin kölesi olmaktır

Bugün genel anlamda bir kadın sorunundan bahsedilse bile, bunun özünü, kadının bir ücretli köle olarak çifte sömürüsü oluşturmaktadır. Sınıfsal ezilmişlik, cinsiyetten kaynaklı baskılar, gerici uygulamalar, ayrımcılık, ikincil konum vb. ile tamamlanmaktadır. Yine de, kadın çocuklarla beraber, sömürü ve baskı düzeninden en önce ve en çok etkilenenlerin başında gelir. Kapitalizmin yarattığı yıkımın en trajik sonuçlarını önce kadınlar yaşamaktadır. Gericilik önce kadını vurmakta, sosyal yıkım en çok kadını etkilemektedir.

Gün geçmiyor ki, bu trajedinin örnekleri yaşanmasın. Özellikle kırsal bölgelerde namus cinayetleri, artan intiharlar, her geçen gün daha fazla sayıda kadının fuhuş sektörüne sürüklenmesi, tecavüzler, kız çocuklarının okula gönderilmemesi, hepsi “modern” kapitalizm çağının sıradan olaylarıdır.

Modern kapitalist çağda, doğum esnasında ölen kadın sayısı (1 milyonu aşkın) nerdeyse iş kazasında ölen işçi sayısıyla yaklaşmaktadır. Özellikle az gelişmiş kapitalist ülkelerde kadın işçilerin ezici bir çoğunluğu doğum yaptıkları ya da doğumları yaklaştığı için işten atılmaktadır; fabrikalarda emzirme odaları, emzirme saatleri yoktur; iş yerlerinde kreşler yoktur. Modern kapitalizmde kadınlar hala da erkeklere oranla daha az ücret almaktadır. Ve modern kapitalist düzen, çıkardığı yasalarla, ayrımcı uygulamalarla ve emek düşmanı politikalarla bu yıkımı her geçen gün daha da derinleştirmektedir. Kadın-erkek eşitliği en modern kapitalist ülkelerde bile kağıt üstünde kalmaktadır. Dünya kadınların ezici bir çoğunluğuna hala da yasalar önünde erkeklerle eşit haklar tanınmamaktadır. Din, gelenek ve görenek ve erkek egemen kültür, kadının köleliğini pekiştiren yapısını özü itibarıyla korumaktadır, vb.

Kadının kurtuluşu sorunu bir
devrim sorunudur

Tüm bunlar bir tek şeyi gösterir: Kapitalizmde kadının kurtuluşu sorunu, emeğin kurtuluşuna gelip dayanmıştır. Bunu görmek için tablonun öbür yüzüne, biriken sorunların yanında biriken olanaklara da bakmak gerekir.

Kadının üretimde tuttuğu yer gittikçe artmaktadır. Bütün dünyada kadınlar ücretli kölelik ordusunun önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Türkiye'de toplam istihdam içinde kadınların tuttuğu yer yüzde 30-35'leri bulmaktadır (özellikle tarımda, küçük ev işletmeciliğinde kadınların tuttuğu yer çoğunlukla istatistiklere bile yansımamaktadır). Yani kadınların proleterleşmesi süreci devam etmektedir.

Her geçen gün daha fazla oranlarda kadın emek ordusuna katılırken, sınıf içinde emekçi kadın çalışması apayrı bir önem kazanmaktadır. Toplumun yarısını, emek ordusunun önemli bir kısmını oluşturan kadınlar kazanılmadan, çifte sömürüsünden kaynaklı olarak kadının biriktirdiği öfke ve tepki mücadeleye kanalize edilmeden, bu aşağılık düzen yıkılabilir mi? “Kadın olmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadın kurtulmaz!”, "Kadın: En uzun devrim!” Bu şiarlar, gerçeğin en özlü ifadeleridir.

Emekçi kadın çalışmasının önemi

Peki, bunun politik ve pratik gerekleri konusunda durum nedir? Sınıf çalışmasında kadının çifte sömürüsünü, bundan kaynaklı talepleri yeterince çalışmamıza yedirebiliyor muyuz? Bu tarihsel sorunu gözeten bir titizlik gösterebiliyor muyuz?

Sınıf çalışmamızın bugünkü düzeyi, sınıf hareketinin mevcut durumu, ne bu soruları es geçmenin ne de sorunu belirsiz bir geleceğe ertelemenin bir mazereti olabilir. Aksine, sınıf çalışmasında mevcut düzeyini, biraz da bu sorunu çalışamızın bir parçası yaparak, burada biriken sorunlara müdahale ederek yükseltebiliriz.

Ama görünen o ki, son dönemde, kadın sorunu karşısında bir takım ideolojik görevler konusunda bile bir zayıflama söz konusu. Son dönemde bu konudaki nerdeyse güncel bütün gelişmeleri es geçtik. Yayınlarımıza bakılırsa ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılır. Geçtiğimiz ay boyunca hemen her kesimin bir şekilde katıldığı, yasalarda tecavüzcülere öngörülen ceza konusundaki tartışmalara ilişkin bir tek satır yazımız yok. Kürdistan'da peşpeşe yaşanan namus cinayetleri ve bu konuda açığa çıkan çarpıcı gerçekler -kadınlar öldürülüyor ve intihar süsü veriliyor- konusunda da bir tek yazı çıkmıyor basınımızda. Basına yansımayanları ise saymıyoruz. Eğer bakışımızda bir sorun yoksa, ki programımızın kadın sorunu ve emekçi kadınlara ilişkin tespit ve talepleri ortadadır, demek ki politik duyarlılık ve sorumluluk konusunda bir sorun yaşıyoruz.

Sınıf devrimcileri açısından meselenin çok daha temel bir önemi var. Sanayinin çarkları her geçen gün daha fazla kadını öğütürken, kadın işçiler erkek işçilerden ayrı olarak, bir de en temel ihtiyaçlarından ve kadın olmaktan kaynaklı taleplerinden yoksun olarak çifte sömürünün yükünü taşıyorlar. Ve biz, bu meseleyi hiç değilse yerel bültenlerde işleyebilme imkanımız varken, buna zorunluyken, bundan kaçınıbiliyoruz. 8 Mart'ın tarihsel anlamını, sınıf çalışmamızın pratik bir kılavuzu haline getiremiyoruz.

Sözümüzü şuraya getirmek istiyoruz: Sınıf çalışmamızın düzeyi ne olursa olsun, bu konu temel bir zayıflık alanı olarak duruyor. Bir yerden bir başlangıç yapmak, ilk adımları atmak zorundayız. Sorunun tarihsel anlamı, sınıf çalışması içinde tuttuğu kendine özgü önem ortadadır. Kuruluş Kongre'sinde bu meseleyi daha etraflıca tartışma yönünde yapılan vurguya rağmen, aradan geçen zamanda oluşan boşluk giderilememiştir. Bu konudaki atalet ve ertelemeciliğe son vermeden de giderilemeyecek gibi görünüyor.

Kadın işçi olmanın sorunları
ve dinamikleri

Sınıf içinde emekçi kadın çalışmasının tarihsel olarak taşıdığı önemin bilincinde olan herkes, aynı zamanda güncel ve yakıcı öneminin de, ortaya çıkan olanakların da mutlaka farkına varır. Bunun için, kadın işçilere, onların çalışma ve yaşam koşullarına şöyle göz ucuyla bir bakmak, biraz sohbet etmek, bu konuda birkaç soru sormak bile yeterli. Biraz daha içine girildiğinde ise, genel bir takım sorunların ötesinde orada biriken olanaklar ve dinamiklerin olduğu da farkedilecektir.

Faaliyet yürüttüğümüz bölgede sınırlı deneyimlerimize ve gözlemlerimize dayanarak bu soruna daha yakından bakmak, bir tartışma açmak istiyoruz.

Sanayide ve daha özel olarak bölgemizde artık yoğun bir genç işçi kadın kuşağı var. Kadınların hiç çalışmadığı bir fabrika bulmak mümkün değil. Genel olarak, kadın işçilerde eskiye oranla okur yazarlık oranı daha yüksek. ‹şe alınmak için okur-yazar olmak nerdeyse bir kıstas, bir tercih durumunda. Kadın işçilerin bir kısmı, kırsal kesimlerden göç etmiş, eğitim düzeyi görece daha düşük ve kapalı diye tabir edilen kesimlerden oluşuyor. Önemli bir kısmı ise, kentli ya da kent yaşamına adapte olmuş, eğitimine devam etme olanağı bulamadığı için işçileşmiştir. Bu kesim, daha sosyal bir portre çizmekte, yer yer daha duyarlı davranabilmektedir. Fakat, bu genç kadınlar, aynı zamanda düzenin yoz kültürüne, zengin koca hayallerine daha kolay kapılabilmektedir. Evli ve çocuklu kadınların oranı ise toplama göre daha az. Ama evli kadınlar, erkek işçilere göre, daha fazla bir gelecek kaygısı, ailesi ve çocuğu için bir endişe taşıyorlar. Gerici aile baskısı ve koca baskısına ek olarak sırf bu kaygılar nedeniyle mücadeleden geri duranlar çoğunlukta. Ama patronların baskılarına karşı kimi zaman daha kolay tepki verenler de çıkıyor aralarından.

Çalışma yaşamına katılmanın genelde kadınların kendilerine olan güvenini artırdığını görüyoruz. Buna rağmen, bir takım gerici kalıplar ve baskılar nedeniyle kadın işçiler özgü bir kendi içine kapalılık yaşanıyor. Kuşkusuz bir sınıf bilinci temelinde değil ama, doğallığında yaşanan bir dayanışma, dertlerini paylaşma ihtiyacını da hissediyorlar. Ama bu arayışlar daha çok kadın işçilerin kendi arasında kalıyor. Özellikle, biraz samimi olan kadınlar, kendi yaşamlarında karşılaştıkları sorunları rahatından paylaşabiliyor, bir kısmı yardım talebinde bulunabiliyor.

Karşılaşılan ve paylaşılan en önemli sorunlardan birincisi geçim derdi, düşük ücretler ve iş yaşamının diğer sorunlarıysa ikincisi; hem evde ve hem fabrikada çalışmanın getirdiği yüklerdir. Çoğunlukla da erkek işçiler, ev işlerini eşleriyle paylaşmadığı için bu yük daha da artıyor. Buna ek olarak, evli olanların istisnasız hemen hepsi bir "koca" baskısı sorunu yaşıyor. Arada bir iş arkadaşlarıyla görüşmek istediklerinde, boşanmayla, işten alınmakla tehdit ediliyor, sorunlarını diğer işçilerle paylaşmaması yönünde baskılarla karşılaşıyorlar. Aile baskısıyla evlendirilen ve kocasından sevgi yerine şiddet görenlerin (ki genel bir uygulama olan kadına dönük şiddet başka bir gözle ayrıca ele alınmalıdır) azımsanmayacak bir kesimi, ciddi bir bunalım yaşıyor, çaresizce arayışa giriyor ve bir kısmi artık boşanmayı ya da ne yapması gerektiğini tartışabiliyor. Evli olmayan genç kadın işçiler ise benzer baskıları aileleri-babaları üzerinden yaşamaktadırlar. Ailenin gerici baskısı onların da temel bir sorunu.

Bu tablo, iş yer ve fabrikalarda ağır çalışma koşulları, temel haklardan yoksunluk ve cinsel tacizlerle tamamlanmaktadır.

Bu genel gözlemlerin ötesinde ortaya çıkan tek tek örnekler - ki hiç de azımsanmayacak bir sayıdadır- özellikle çifte sömürüden kaynaklı sorunlar üzerinden ciddi bir duyarlılık ve henüz işlenmemiş ciddi bir potansiyel olduğunu gösteriyor. Sosyal ilişkiler bu zeminde daha rahatından geliştirilebiliyor. Sıcak ve samimi bir kaynaşma daha hızlı bir karşılık bulabiliyor. Kadın işçiler biraz daha ileri işçilerle karşılaştıklarında onlardan yardım talep edebiliyor, "bu durumda ben ne yapmalıyım, sen okumuşsun bilirsin, bana akıl ver" diyebiliyorlar. Yaşadıkları sorunları gazetelere taşımayı önerebiliyorlar. Bu kesimler aynı zamanda sınıf çalışmasında kullandığımız yayınları da belli bir ilgiyle okuyorlar. Kararlı ve sabırlı bir çalışmayla kadın işçileri kazanmalıyız.

Bunlar düzenin çifte sömürüsüne, baskılarına maruz kalan kadın işçilere dönük yaklaşımımızda daha da ayrıntılandırılıp zenginleştirilmesi gereken kaba gözlemlerimiz. Kadın işçilerin mücadeleye atılmasının önündeki engeller, erkeklere oranla daha fazla, yükleri daha ağırdır. Dolayısıyla kadın işçilerin kazanılması daha meşakkatli bir çalışmayı, sabırlı olmayı gerektirir. Biriken tüm sorunlar, fabrikalara akan kadınları çalışmaya, mücadeleye ve devrime kazanmanın basamaklarıdır. Tabi ki değerlendirilip hakkı verildiği koşullarda.

İşin doğrusu, biz bu arayışları ne yeterince görebiliyor ne de değerlendirebiliyoruz. Genel sınıf çalışmamızın aşama katetmesini bekledikçe de, kafamızın bir köşesine yazdığımız bu canlı sorunlar bir süre sonra gündemimizden çıkıyor, önemini yitiriyor.

Bütün mesele işçi kadınlara yaşadığı sorunların kaynağını göstermek, adım adım ona siyasal bir sınıf bilinci kazandırmaktır. Bunun için başlangıçta çok özel bir çabaya, çok özel bir taktiğe de gerek yok. Bu toplumda bilinen nedenlerle erkeklere oranla, daha fazla güven ve dayanışma ihtiyacı hisseden kadın işçiler, bunun karşılığını gördükleri yerde daha fazla bir karşılık üretirler. Çaresizlik ve güçsüzlük duygusunu aşan, kendine ve sınıfına güvenini kazanan kadınların, sınıfın en militan, en fedakar kesimini oluşturmasının mantığı da burada gizlidir. Daha fazla baskıyla yüzyüze olan, daha fazla ayak bağına sahip kadınlar, belki bu baskıları ve ayak bağlarını daha zor aşarlar; ama bir kez aştıklarında, daha kararlı, militan sınıf neferleri olarak mücadeledeki yerlerini alıyorlar. Yeter ki, kadınların kendine özgü yanlar taşıyan sorunlarına doğru biçimde yaklaşmayı, bu sorunların sınıfsal temelini ve mantığını kavratmayı ve arayışlarına yanıt vermeyi başaralım.

Yaşadıkları sorunları, kadınların çalışma yaşamını bir parça kolaylaştıran işyerinde kreş, çocuk emzirme saatleri, doğum öncesi ve sonrası izinler, eşit işe eşit ücret gibi taleplerle bir arada tartışma gündemlerine sokmak, arayışlarına güçlü bir sınıfsal yanıt olacaktır. Doğal olarak bu, sınıfa dönük müdahalelerimizde, yayın ve propaganda faaliyetlerimizde kadının çifte sömürüsüne, bu konuda oluşan duyarlılığa gereken önemi vermeyi gerektirir öncelikle.

Son olarak bir noktaya daha dikkat çekerek yazıyı bitirelim. Kadının öznesi olmadığı bir sınıf mücadelesi, eksik, yetersiz ve kusurlu kalmaya mahkumdur. Kadının öznesi olmadığı kadının kurtuluş mücadelesinin ise, kazanılma şansı yoktur. Elbette, kadının çifte sömürüsü, sınıf mücadelesinin, dolaysız olarak kadın-erkek bütün işçilerin sorunudur. Elbette, erkek yoldaşlara da bu konuda büyük bir sorumluluk düşüyor. Ama biz, partili işçi kadın yoldaşların inisiyatifi olmaksızın hem genel olarak sınıf çalışmasında hem de özel olarak kadın işçilerin mücadeleye kazanılmasında anlamlı bir mesafe alınamayacağını bilmek durumundayız. Bu inisiyatife çok fazla ihtiyaç duyulduğu bir dönemden geçmekte olduğumuzu ayrıca belirtelim.

(Ekim, Sayı: 233, Ocak 2004)


Üste