TKİP IV. Kongresi Açılış Konuşması...
IV. Parti Kongresi
bir dönemi kapatacaktır
TKİP IV. Kongresi’nin açılışında Cihan yoldaşın yaptığı konuşmanın kayıtlarıdır. Aslı çok daha geniş olan konuşma belli bölümlerinden arındırılmış, ara başlıklar buradaki yayın vesileyle konulmuştur...
IV. Parti Kongresi son beş yılda yaptığımız üçüncü parti kongresi oluyor ve bu bile kendi başına çok şey anlatıyor. Bu, öncelikle partinin örgütsel yaşamının normalleştiğini gösteriyor. Parti artık normal bir örgütsel yapıya, işleyişe, düzene kavuşmuş bulunuyor. Parti tüzüğümüzde parti içi yaşamı tanımlayan ve belirleyen hükümler, bu çerçevede en üst ve bağlayıcı organ olarak Parti Kongresi’nin toplanma esaslarına ilişkin kurallar var. Gelinen yerde bu kurallar gereğince uygulanıyor, parti yaşamı artık bütünüyle bu çerçevede işliyor. Bunları, kuruluş kongresi sonrasında yaşanan sıkıntıları, bu çerçevede II. Parti Kongresi’nin toplanmasındaki gecikmeyi gözönünde bulundurarak, özellikle vurgulamış oluyorum.
Partinin giderek zenginleşen canlı bir iç yaşamı var. Partiden düzenli ve işlevli raporlar alınıyor. MK tarafından partiye düzenli raporlar sunuluyor. Çeşitli sorunları ele alan merkezi ve yerel parti içi metinler giderek çoğalıyor. Parti yaşamımıza yeni bir düzey getiren, yeni bir soluk kazandıran Parti Okulu çalışmaları birbirini izliyor. Bunları yerel düzeyde benzeri parti içi eğitim etkinlikleri tamamlıyor. Bütün bunlar bir örgütsel düzeye, kapasiteye, deneyime ve bir örgütsel yeteneğe işaret ediyor. Dolayısıyla partinin artık normal bir işleyiş düzenine kavuştuğunu gösteriyor.
Solda devrimci örgüt çizgisinin terkedildiği, devrimci örgüt zemininin yitirildiği, geleneksel küçük-burjuva akımların örgütsel olarak çözülüp dağıldığı, devrimci örgüt yapısının, yaşamının, işleyişinin bir yana bırakıldığı bir dönemde, bunlar kuşkusuz fazlasıyla önemlidir. Dünün devrimci örgütlerinin bugünkü tablosuna bakıldığında, bütün bunların anlamı ve değeri çok daha iyi anlaşılır. Kuşkusuz bunu gereğinden fazla abartmamalı, ama değerini de çok iyi bilmeliyiz. Bunlar bugünün Türkiye’sinde kolay şeyler değil, oysa partimiz için artık fazlası ile olağanlaşmış bir örgütsel düzeyin ifadesidirler.
III. Parti Kongresi bir dönüm noktası oldu
Burada IV. Kongre’ye sunulan belgeler arasında yer alan III. Parti Kongresi Kapanış Konuşması’nın dikkate değer bir başlığı var: “III. Parti Kongresi bir dönüm noktasıdır!” Sözkonusu olan bir kapanış konuşması ve kongre sonrası da henüz yaşanacak bir süreç olduğuna göre, bu o gün için biraz fazla iddialı bir başlık sayılmalıdır. O gün için gündemimizde hala da partinin aşması gereken ciddi ve önemli sorunlar vardı. Bunlar bir önceki kongrede, 2007 yılında toplanan II. Parti Kongresi'nde ele alınmış ve izleyen dönemde çözüme kavuşturulmaya çalışılmıştı. Katedilen mesafeye bağlı olarak aynı sorunlar ve onları tamamlayan yenileri, bu kez 2009 yılında toplanan III. Parti Kongresi'nde yeni bir düzeyde ve kapsamda yeniden ele alınmış, yeni tartışmalara ve çözüm arayışlarına konu edilmişti. Ve bu sorunların aşılmasında o gün için hala da ciddi zorlanmalar yaşıyorduk, bu açık bir olguydu.
Bu olgusal gerçek orta yerde duruyorken, kongre sonrası ise henüz yaşanacak bir süreç iken, tutup III. Parti Kongresi’ni bir dönüm noktası ilan etmek kuşkusuz biraz fazla iddialı bir vurguydu. Ama bugün dönüp toplam sürecimize baktığımızda, III. Parti Kongresi’ni izleyen üç yıllık sürecin toplam bilançosunu gözden geçirdiğimizde, III. Parti Kongresi’nin gerçekten de bir dönüm noktası olabildiğini açıklıkla görebiliyoruz. Ve biz bugün IV. Parti Kongresi’ni bu gelişme, bunun sağladığı birikim üzerinden topluyoruz.
2005 yılında partinin 7. kuruluş yıldönümü vesile edilerek yapılmış temel önemde bir değerlendirmemiz var. (Bkz. Güne Yüklenmek ve Geleceğe Hazırlanmak, Ekim, Sayı: 243, Aralık 2005 / Parti Değerlendirmeleri-2, s.355-371- Red.). Burada ideolojik cephede, politik çalışmada, örgütsel ve kadrosal alanda, sınıf çalışması alanında vb., partinin o günkü genel durumu ortaya konuluyor, sorunlar saptanıyor, müdahale alanları tanımlanıyor. Kamuoyu önünde üstünlüklerimiz kadar yetersizliklerimiz ve zaaflarımız da bütün açıklığıyla ortaya konuluyor. Aslında sorunlarımıza müdahalenin gerçek başlangıcı bu değerlendirmedir, burada özellikle anmam da bundan dolayıdır.
Yine de partinin örgütsel yaşamı üzerinden aldığımızda daha resmi sayılması gereken müdahale II. Parti Kongresi ile birlikte yapılandır. Aynı sorunlar II. Parti Kongresi’nden itibaren partinin gündeminde yoğun bir biçimde öne çıktı ve III. Parti Kongresi aynı sorunlara yeni bir düzeyde müdahalede ifadesini buldu. II. Parti Kongresi’nden bu yana beş yıl geçti. Hala da pratik planda, özellikle de alınması gereken mesafeler konusunda, ciddi bazı sıkıntılarımız var. Ama genel planda alındığında, III. Parti Kongresi’nin bir dönüm noktası olduğu ve IV. Kongre’yle birlikte yeni bir dönemi açtığımız artık olgusal bir gerçektir.
Biz beş yıldır enine boyuna temel önemde bazı sorunları tartışıyoruz, irdeliyoruz, somut değerlendirmelere konu ediyoruz. Parti kongrelerinde, MK toplantılarında, Parti Okulları’nda, parti içi raporlarda, genel olarak tüm parti yaşamında... Bu sorunlar sürekli biçimde tüm partinin gündeminde ve bir dizi belirti gösteriyor ki bu sorunlara ilişkin bakışaçısı partide artık bir kolektif bilince dönüşmüş durumda. Sorunların neler olduğu, nelere müdahale edilmesi, neye yüklenilmesi gerektiği, üstünlüklerimizin ve zayıflıklarımızın neler olduğu, nerelerde zorlandığımız, bunların üstesinden nasıl gelinebileceği vb., bütün bu konularda partide artık bir bilinç açıklığı ve partinin bu doğrultuda somut bir pratik yönelimi var. Pratik sürecin temposu istediğimiz düzeyde olmayabilir, şu veya bu sorunda henüz istenilen düzeyde bir mesafe alamamış olabiliriz. Ama sonuçta ortada partiye artık kolektif bir kimlik olarak malolmuş bir bakışaçısı ve buna dayalı pratik bir yönelim var. Zaafiyet noktası oluşturan örgütsel birimlerimiz ya da kadrolarımız hala da olmakla birlikte, partinin ezici çoğunluğu açısından bakıldığında, bu sorunlara bir yüklenme iradesi var.
Eğer bu böyle ise, gerisi konusunda zamana güvenmek durumundayız. Partinin kolektif bilincini oluşturan bir rotaya girmiş bulunuyoruz, soluğumuzu tutacağız, kararlılığımızı sürdüreceğiz. Bu muhakkak ki zaman içinde yeni mesafeler getirecektir. Bu açıdan III. Parti Kongresi’nin bir dönüm noktası olduğu tartışmasız bir olgudur.
Her alanda darlığı aşmak
Bu gerçeğe bağlı olarak da IV. Parti Kongresi partinin karşı karşıya bulunduğu öncelikli sorunları tanımlamalı, partinin önüne yeni hedefler ve görevler koymalıdır. IV. Parti Kongresi, partinin II. Kongre’den beri tartışmakta ve uğraşmakta olduğu sorunlar içerisinde bazılarını özellikle öne çıkarmalı, vurguyu buralara kaydırmalıdır. Dün vurgu daha farklı sorunlara idi. Dün vurgu örneğin örgütsel bütünleşmeye, illegal temellere dayalı devrimci örgütün hayati önemine, kadrolaşma ihtiyacına, ideolojik eğitime ve donanıma yönelikti. Bu sorunlar kuşkusuz bugün de önemini koruyor. Ama kavrayış ve yönelim bakımından artık bunlarda bir mesafe de almış bulunuyoruz. Bu sorunlar partide iyi kötü anlaşılmıştır ve dünden bugüne halen de sürmekte olan bir müdahalenin konusudur. Gelinen yerde vurguyu başka bazı sorunlara kaydırmalı, bunları özellikle öne çıkarmalıyız.
Bu türden sorunların en önceliklisi, partinin bir an önce aşılması gereken darlığıdır. Parti gelinen yerde öyle bir gelişme aşamasına ulaşmış bulunuyor ki, birçok şey gelip gelip partinin darlığına dayanıyor, buradan gelen handikaplara çarpıyor. Örneğin kadro sorununu çok önemsiyor olabilirsiniz, ama parti gereğince genişleyemiyor, kadro rezervlerini hissedilir biçimde çoğaltamıyorsa eğer, bu durumda kadro sorununu nasıl çözebilirsiniz ki? Sınıf-kitle çalışmasında mesafe almalısınız ki, bunun sağlayacağı verimli zeminde kadro sorununu da çözebilesiniz. Öte yandan mevcut kadroların niteliğini geliştirmesinin önündeki engellerden biri de yine kadro yetersizliği, yani nicelik sorunudur. Az sayıda kadro, insanların sayısız işe sürekli bir biçimde koşuşturması anlamına gelir. O zaman mevcut kadrolar kendilerini geliştirmek olanağı bulamazlar. Salt pratik koşuşturmalar içinde kadro gelişmez, gelişmek bir yana gitgide geriler. Kadronun okumaya, incelemeye, düşünmeye, yazmaya, parti birikimini incelemeye, marksist teoriyi, kültürü edinmeye ayıracak zamanı olabilmeli. Bunlar halen kadrolarımızın en eksikli yanları olduğu için özellikle ifade ediyorum. Unutmamak gerek, kadrolarımızın pratikteki yetersizlikleri de teorik zayıflıklarıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Eğer ufkunuz geniş değilse, sonuçta pratiğiniz de darlığa ve kısırlığa mahkum kalır.
Parti için darlık artık katlanılmaz bir noktaya gelmiştir. Partinin bugün gelip tıkandığı nokta burasıdır. İdeolojik gelişme ve donanım önemlidir, kadrosal gelişme önemlidir, ihtilalci kimlik önemlidir, disiplini güçlendirmek önemlidir, güvenlik sorunlarını kendi olağan sınırlarına çekmek önemlidir. Bütün bunların hepsi kendi içinde, kendi sınırlarında önemlidir. Ama bundan böyle bütün bunların sağlıklı ve verimli biçimde çözüleceği zemin, partinin mevcut darlığı aşmasıdır. Mevcut darlık içinde artık sorunlarımızı çözemeyiz, bu zemini mutlak biçimde aşmak durumundayız. Parti vurguyu bu darlığı kırıp parçalamaya yapmak durumundadır. Bu da herşeyden önce başarılı, sonuç alıcı bir siyasal sınıf-kitle çalışması demektir. Bu, sınıf-kitle çalışmasındaki mevcut tarzı enine boyuna gözden geçirerek, gerekli düşünsel, yöntemsel ve araçsal değişimleri gerçekleştirerek, varolan kusurları gidererek, mutlak bir biçimde mesafe alabilmek demektir. Böylece bu alanda sıçramalı bir gelişme içerisine girebilmek demektir.
Kongre boyunca çeşitli sorunları tartışıp değerlendirirken partinin gelişme sorunlarına ilişkin başka bazı önemli noktaların da altını çizeceğiz kuşkusuz. Benim burada bu soruna yaptığım vurgu öteki hiçbir sorunu önemsizleştirmiyor. Bununla sadece tüm öteki sorunların çözümünü de kolaylaştıracak uygun zemine işaret edilmiş olunuyor.
25. Yıl: Zor dönemin kazanımları
IV. Kongre’mizi hareketimizin 25. yılının yakınlaştığı bir evrede topluyoruz. Yirmibeş yıl elbette az bir zaman dilimi değil, neredeyse bir insan kuşağının ömrü. Buradan bakıldığında, tüm soluksuz çabalarımıza rağmen katettiğimiz mesafe fazlasıyla yetersizdir. Ama yine de bu dönemin genel tarihi özelliklerinden bakıldığında bunun anlaşılabilir bir yanı da var. Bizim siyasal mücadele sahnesine çıktığımız dönem, Türkiye’de ağır bir yenilgi sonrası dönemdir. Daha bunun yıkıcı, bunaltıcı etkileri ancak geçmekteydi ki, ‘89 yıkılışı ile birlikte bu kez dünya çapında yeni bir büyük yenilgi atmosferi içine girdik. Demek istiyorum ki, bir çifte yenilgi atmosferinde siyasal sahneye çıkmış bir hareketiz. Dünya tarihi yönünden bu bir genel siyasal gericilik ve sosyal durgunluk dönemidir. Ekonomik-sosyal cephede neoliberal saldırının, siyasal cephede genel bir siyasal gericilik atmosferinin tüm dünyaya egemen olduğu bir karanlık dönemdir.
Böyle dönemler ile tarihin akışının hızlandığı dönemleri aynı biçimde değerlendiremeyiz. Sosyal durgunluk ve siyasal gericilik dönemlerini ele alırken, Marksizmin tarihsel zamana bakıştaki diyalektik anlayışını özellikle gözönünde bulundurmak durumundayız. Örneğin 1970'lerin sosyal uyanış ve devrimci yükselişle belirlenen döneminin bir tek yılı bile bizim geride bıraktığımız yirmibeş yılın tamamına bedeldir. Sınıflar mücadelesi yönünden sosyal durgunluk ve siyasal gericilikle belirlenen bu yirmibeş yıl, devrimci yükselişe sahne olan o dönemin bir tek yılı bile etmez demek istiyorum. O yıllarda hareket adeta çığ gibi büyüyordu. Teorik temeli, programı, açık bir ideolojik çizgisi, doğru dürüst bir örgütsel yapılanması bile olmayan gruplar, bu yıllarda binlerce, onbinlerce insanı saflarında topluyorlardı ve bunların binlercesi kendini her bakımdan devrime adayan aktif militanlardan oluşuyordu. Mücadeleye akan insan grupları kitlesel biçimde dönemin gruplarının saflarına adeta yığılıyorlardı. Bugün biz bir fabrikada birkaç işçiyi partiye kazanmak için aylarca, belki yıllarca emek harcamak durumunda kalabiliyoruz. 1970’li yıllar çok verimli, sosyal mücadelenin gürül gürül aktığı, tarihin tekerleğinin Türkiye coğrafyasında alabildiğine dinamik döndüğü bir dönemdi. O dönemin gelişme imkanlarıyla sosyal durgunlukla belirlenen bir dönemin gelişme imkanları hiçbir biçimde kıyaslanamaz.
Bizim siyasal mücadele sahnesine çıktığımız dönem ağır bir yenilginin hemen sonrasıdır. Umut vaadeden birkaç yılın ardından gelen genel bir sosyal durgunluk ve siyasal atmosfer yönünden de bir genel gericilik dönemidir. Sadece Türkiye açısından değil, bazı istisnalarla tüm dünya açısından da bu böyledir. Böyle bir dönem içerisinde devrimci sınıf mücadelesi çizgisinde hareket eden bir parti için gelişip serpilmek, toplum düzeyinde etkin bir güç olmak kolay değildir.
Ama biz yine de bu aynı yirmibeş yıl içinde, belirleyici önemde bir kazanım olarak, sağlam temellere oturan, ideolojik, politik, örgütsel ve moral açıdan güçlü, bütünlüğü ve iç tutarlılığı olan partili bir kimlik yaratmayı başardık. Oysa bu aynı yirmibeş yıl Türkiye’de geleneksel sol akımların tasfiyeci sürüklenişler içinde bozulup dağıldığı, devrimci olanın çok yönlü olarak çözülmeye uğradığı, geçmişten gelen devrimci birikimin tüketildiği, devrimci kazanımların terkedildiği bir tarihsel evre oldu. Bizim başarımızın değerini tam olarak takdir edebilmek için, bunu özellikle gözönünde bulundurmak gerekir. Soldaki çok sayıdaki parti ve grubun dününü alınız, bugünkü durumlarıyla kıyaslayınız, elbette devrimci konum ve kimlik yönünden, aradaki farkın dramatik ölçülerde olduğunu göreceksiniz.
Bu aynı tasfiyeci tükeniş döneminde komünistler TKİP şahsında sağlam bir ideolojik ve örgütsel kimlik yarattılar. TKİP’nin sağlam bir teorik temeli var, bir programı var, bir politik kimliği var, illegal temellere oturan bir örgütü var, kökleşmiş bir değerler sistemi var, önemli bir deneyimi var, tartışılmaz bir tutarlılığı var, sabrı ve soluğu, kararlılığı ve inadı var... Bunlar temel önemde özellikler, bunlar paha biçilmez kazanımlar. Yineliyorum; TKİP bütün bunları, dünün devrimci kimliklerinin yitirildiği, sonu gelmez tasfiyeci süreçler içinde tüketildiği bir özel tarihsel evrede yaratmayı başardı.
İdeolojik çizgide üstünlük ve tutarlılık
TKİP köken olarak Türkiye devrimci hareketinin iç mücadelelerinden, ağır bir yenilgiyi izleyen iç ayrışmalar ve saflaşmalardan doğmuş bir partidir. Bu mücadeleler içerisinde Marksizmin proleter sınıf özünü ve devrimci diyalektik yöntemini kavrama üstünlüğünü yakladığı içindir ki var olmayı, temel bir alanı doldurmayı ve bugüne gelmeyi başardı. Temel görüşler bakımından baştan ortaya koyduğu çizgiyi, kuşkusuz zaman içinde olgunlaştırarak ama temel niteliği yönünden koruyarak bugüne gelmiş bir parti TKİP. Yirmibeş yıl önce ne söylediyse onu bugün de temel çizgileriyle savunabilmek üstünlüğüne sahip bir parti TKİP.
Demek istiyorum ki, TKİP’nin ideolojik üstünlüğü onun en büyük kazanımıdır. Bu çok mu önemsiz bir şey? Sanmıyorum. Nedenini geçmiş hareketin durumu üzerinden örnekleyebilirim. '70’li yıllarda solda canlı ideolojik tartışmalar vardı. Farklı gruplar birbirlerini muhatap alırlar, hararetli tartışmalar yaparlardı. Türkiye’nin toplumsal yapısı, sosyo-ekonomik ilişkiler, yarı-feodalizm sorunu, toprak sorunu, faşizm sorunu, bir dizi başka sorun üzerine yüzlerce sayfa yazı yazılıyor, tartışmalar yapılıyor, kılı kırk yaran polemikler sürdürülüyordu. Peki ama '70’li yılların o yoğun, o kapsamlı ve hararetli tartışmalarından bugüne kalan nedir? '70‘li yıllarda bir dizi program ya da platform ortaya konuldu, bunlardan bugüne ne kaldı? İçlerinden bazılarının onlarca sayıyı bulan teorik dergileri vardı ve sayfalarında hemen her sorun tartışılıyordu, bunlardan bugüne kalan bir şey var mı? Yoksa eğer neden peki? Çünkü tüm bu tartışmalar bilimsel temelden yoksundu, çoğu durumda safsataya dayanıyordu, böyle olduğu içindir ki çoktan unutulup gittiler. O gün hararetle savunulan görüşlerin bugün artık hiçbir değeri yoktur, savunucuları bile onları savunamaz duruma düştüler, üstelik yıllar önce. Zaman bütün bunları boş laf yığını olarak süpürüp bir tarafa attı. Aynı durumu yeni dönem üzerinden de örneklemek mümkün ama gerekli değil. '90’lı yılların ortalarında bazı çevreler tarafından hararetle savunulan görüşleri hatırlayınız ve dönüp aynı çevrelerin bugünkü söylemlerine bakınız demek belki yeterlidir. Düştükleri durum içler acısıdır.
Ama biz yirmibeş yıl önce ortaya koyduğumuz temel görüşleri bugün de temel çizgiler üzerinden olduğu gibi savunuyoruz ve sürdürüyoruz. Bu tam da Marksizme özgü bir üstünlüktür. Marksizmin bilimsel devrimci özünü yakalamış bir hareketin üstünlüğüdür. Ve bu üstünlük bugünün TKİP’sinin bir vasfıdır, temel görüşleri bunun kanıtı olarak gözler önündedir. Buradan bakıldığında geride bıraktığımız yirmibeş yıl, TKİP’nin halkçı küçük-burjuva sosyalizmine karşı büyük bir ideolojik zaferine de tanıklık etmektedir.
Sınıfı devrime hazırlamak
Yeni tarihsel dönem üzerinde son yıllarda sıkça durduk. Bu ilk bakışta biraz soyut bir tanımlama gibi görünüyor. Oysa son derece somut bir içeriği var ve bizim konuya ilişkin tüm değerlendirmelerimizde bu ortaya konulmuştur. Yeni tarihsel dönem işin özünde bugünün dünyasında olayların genel akışının tahlili ve ifadelendirilmesidir. Dikkat ediniz, yeni bir tarihsel dönemi biz, tüm dünyayı saran ekonomik krizle, ya da Tunus, Mısır, Yunanistan, ABD, İspanya vb. ülkelerdeki sosyal mücadelelerle, ya da emperyalist dünyada kızışan nüfuz mücadeleleriyle, bunun açığa çıkadığı hegemonya kriziyle, emperyalist saldırganlık ve savaşlardaki hissedilir artışla, tüm bu meselelerle bağlantılı olarak ele alıyoruz. Bunlarsa bugünün dünyasında olayların genel akışının somut görünümlerinden, sistemin temel çelişkilerinin somut seyrinden başka bir anlama gelmiyorlar. Yeni tarihsel dönem tahlili ve tanımı, bütün bir süreci genellemesi anlamında soyut, ama akmakta olan sürecin canlı verilerine dayanması anlamında da aynı ölçüde güncel ve somuttur. Bu değerlendirmenin en temel öğeleri III. Parti Kongresi üzerinden bir kere daha çok özlü bir biçimde ortaya konulmuştur ve son üç yılda sayısız tartışma, makale ve yazıda açılıp işlenmiştir.
Partimizin bu değerlendirmesi ideolojik, siyasal ve örgütsel sonuçları bakımından çok büyük bir önem taşımaktadır. Partimizin III. Kongresi’nin de önemle vurguladığı gibi, artık tüm öteki sorunlara, görevlere, sorumluluklara, bu temel değerlendirmenin ışığında bakmak zorundayız.
Yeni tarihsel dönem değerlendirmesinden çıkan en temel sonuç, devrimler döneminin yakınlaşmakta olduğudur. Devrimci parti için bundan çıkan en temel görevse, yakınlaşmakta olan devrimler dönemine sıkı bir hazırlıktır. Başta ideolojik ve örgütsel cephede olmak üzere her alanda sıkı bir hazırlık... Böylesine karmaşık bir dönemin gerekliliklerini biz herşeyden önce sağlam bir dünya görüşüyle donandığımız ölçüde başarıyla karşılayabiliriz. Dünya görüşü ve ideolojik kimlik, burada belirleyici önemdeki ilk büyük ihtiyaçtır. Artı, sağlam ilkelerle aydınlatılmış bir devrimci politik kimlik, artı sağlam temellere oturmuş, her koşul altında çalışmasını ve mücadelesini kesintisiz biçimde sürdürebilme yeteneğine sahip bir illegal ihtilalci örgüt bunu tamamlamalıdır. İhtilaci örgüt, aynı anlama gelmek üzere illegal temellere dayalı devrimci parti sorunu, tayin edici derecede önemli bir temel hazırlık unsurudur. Eğer bir toplumsal çalkantılar dönemine doğru gidiyorsak, kendimizi hiçbir biçimde burjuva legalitesinin sınırlarına, kurulu düzenin icazet alanına terkedemeyiz.
Ve bütün bunlara anlam kazandıran, bütün bunlara maddi-toplumsal bir zemin sağlayacak olan işçi sınıfı ile devrimci bütünleşme ihtiyacı... Sınıfla bağ, sınıfın bugünden geleceğin devrimci süreçlerine hazırlanması, sıraladığım koşullar temelinde, asıl tayin edici sorundur. Devrimci durum ile devrim durumu, yani devrimin kendisi arasında temel önemde bir fark vardır. Bir toplumda devrimci duruma ilişkin koşullar oluştuğunda, eğer toplumda nesnel konumuyla devrimi temsil eden sınıf iyi-kötü bir hareketlilik ve girişkenlik içerisinde değilse, devrimci durum devrime dönüşemez. Geride kalan yılın Tunus-Mısır olayları üzerinden tüm açıklığı ile görmüş bulunduğumuz gibi. Ve Türkiye solu bu temel önemdeki ayrıma hiç dikkat etmemiş görünüyor, şaşırtıcı bir biçimde. Tunus ve Mısır olaylarını değerlendirmede ve tanımlamada yaşanan büyük kafa karışıklığının gerisinde bu var.
Nesnel konumuyla devrime önderlik edebilecek yetenekteki sınıf az-çok hazır olmalı ki olaylar toplumu genel bir bunalıma sürüklediği zaman etkin bir biçimde harekete geçebilsin. Mısır işçi sınıfı biraz daha hazırlıklı olabilseydi, Mısır’da olayların yönü pekala başka bir yere doğru gidebilirdi. Dikkat ediniz, Mısır işçi sınıfı bir parça hareketlendiği, olayların seyrine tam da bir genel grev çağrısıyla müdahale ettiği bir sırada, Mübarek çok ani bir operasyonla görevden alındı. Oysa 18 gün boyunca inat ediliyor, bir türlü görevden alınmıyordu. Bunu emperyalizmin ve Mısır burjuvazisinin sınıf mücadelesi bilincine ve deneyimine bir gösterge saymak gerekir.
Devrimci sınıf partisi sınıfla bağ kurma süreci içinde gelişebilir ve bu aynı çaba içerisinde sınıfı devrime hazırlayabilir. Siyasal çalışma sözkonusu olduğunda devrime hazırlık, işin esasında sınıfı devrime hazırlamaktan başka bir şey değildir. Kuşkusuz ileri ve diri kesimleri üzerinden. Sınıf koca bir gövdedir; devrim başladığında bile sınıfın belli kesimleri hala da belli bir edilgenlik içerisinde kalabilirler. Önemli olan sınıfın nispeten ileri kesimleridir. Görevimiz bunlara ulaşmaktır, bunlarla bağlar kurmaktır, bunları gelmekte olan döneme hazırlamaktır. Kongremizin en önemli gündemlerinden biri budur; edindiğimiz deneyimler ışığında sınıf-kitle çalışmasının sorunlarıdır. Darlığı kırmak vurgusu da bununla bağlantılıdır. Bunlar birbirini tamamlayan öğeler, temelde aynı olan sorunun farklı yönlerine ilişkin tanımlamalardır.
İdeolojik yenilenme ihtiyacı
Sosyal mücadele dinamiklerinin dünya ölçüsünde harekete geçişi konusunda fazlası ile rahat ve güvenli olabiliriz. Huzursuz olacağımız asıl nokta kendi hazırlığımız, genel planda dünya devrimci hareketinin hazırlığıdır. Daha açık ifade ile hazırlıksızlığıdır. Yazık ki bu açıdan durum halen fazlasıyla iç karartıcıdır.
Yeni tarihsel dönemi kucaklamak herşeyden önce köklü bir ideolojik yenilenmeyle olanaklıdır. Bunun iki boyutu var. Bunlardan ilki, geride bıraktığımız tarihi dönemin dersleridir. Sosyalizmin ve dünya devrimci hareketinin parlak zaferler ve ağır yenilgiler üzerinden bıraktığı paha biçilmez önemdeki derslerdir. Parlak zaferlerle gelişip yayılan, fakat utanç verici yenilgilerle noktalanan bir tarihi dönem oldu 20. yüzyıl dünya devrimci hareketi için. Zaferlerden olduğu kadar yenilgilerden de öğrenmesini bilen, başarılarından öğrenen ve zaaflarıyla hesaplaşan bir tutum, burada temel önemde bir ihtiyaçtır.
İkinci alan, dünya tarihinin genel evriminin ortaya çıkardığı yeni sorunlarla ilgilidir. Kapitalizmin bugün ulaştığı bir gelişme düzeyi, bunun ortaya çıkardığı yeni sorunlar, yeni ilişkiler, yeni araçlar, yeni yöntemler var. Yanısıra yeni dönemin sosyal mücadeleleri ve bunların ortaya çıkardığı yeni deneyimler var. Bütün bunları inceleyip anlamak, yeni sorunlara bilimsel devrimci yanıtlar üretmek, bugünün mücadelelerini dikkatle izlemek ve bunlardan öğrenmek, kendini bütün bu bakımlardan yenilenmek, bir başka temel önemde ihtiyaçtır.
EKİM solda yeni bir hareket olarak doğdu ve köklü bir yenilenme iddiası ortaya koydu. Ama hiçbir biçimde salt yeni şeyler söyleme hevesiyle hareket etmedi. Eğer ilişkiler ve olgular karakterini esası yönünden koruyorsa ve Marksizm de bunların tahlilini ve tanımını temelde içeriyorsa, bu durumda teorinin bu sağlam temeline sıkı sıkıya sarılmanız gerekir. Ama ele aldığınız olgu ya da ilişkiler yeni ise elbette yeni şeyler söylemeniz gerekir. Örneğin dünya kapitalizminin evrimi köylülüğü büyük ölçüde geri plana itmişse, toplumların kapitalist gelişmesinde belirgin mesafeler alınmışsa, dünyanın büyük bir bölümünde kapitalist ilişkiler egemen hale gelmişse, emek-sermaye çelişkisi toplumsal ilişkileri belirleyen ana eksense artık, bu yeni bir durumdur. Bunu gözeteceksiniz, devrimin sorunlarına ilişkin görüşlerinizi bunun üzerine oturtacaksınız.
EKİM Türkiye toplumunu bu bakışaçısıyla ele aldı, bu alanda yeni şeyler söyledi, burada yeniyi temsil etti. Ama teorinin temel ilkeleri ve devrimci yöntemi sözkonusu olduğunda, gerçekte eskiye, Marks ve Lenin’e döndü, teorinin sınıf özüne ve devrimci yöntemine sahip çıktı. Zira 20. yüzyılın bir döneminden itibaren dünya ölçüsünde bundan bir uzaklaşma, bu alanda bir bozulma, giderek de bundan bir kopma yaşanmıştı. Bir yanda modern revizyonizm ve öte yanda halkçı demokratizm şahsında. Türkiye sol hareketinin ‘60’lı yıllarla başlayan yeni ideolojik şekillenmesi de bu temele oturmuştu. Yirmibeş yıl önce komünistler işte bu temelden koptular ve EKİM bu kopuşun cisimleşmiş ifadesi oldu.
Tüm bunları dünya devrimci hareketi için tanımlanan ideolojik yenilenme ihtiyacı yönünden partimizin durumuna ve konumuna işaret etmek için söylemiş oluyorum. Biz tam da tanımlanan türden bir yenilenme dinamiğinin ürünü olarak doğmuş bir hareketiz. Bu, bu alanda hala da yapmamız gereken çok şey olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor kuşkusuz. Ama partizimizde yöntem ve doğrultu yakalanmış, bununla bir temel kazanılmıştır. Yapılması gerekenler yakaladığımız doğrultu üzerinden yapılacaktır, edindiğimiz temelin geliştirilip güçlendirilmesi anlamına gelecektir.
(...)
Aşılması gereken eşikler
Önümüzde zengin bir çalışma gündemi var. Son kongreden farklı olarak bu gündemlerin hemen tümüne ilişkin olarak önden hazırlanmış sunumlar var ve bunların tümü değilse bile önemli bir bölümü yeterince işlevsel. Bu nedenle parti çalışmasına ve örgüt yaşamına ilişkin sorunlara girmeden, kısaca birkaç önemli noktaya daha işaret edip bitireceğim.
İdeolojik cepheden başlıyorum. Bu konuda üç önemli başlığa işaret edeceğim.
Bunlardan ilki partinin ideolojik donanımına ilişkindir. Parti kadrolarının çok yönlü ideolojik donanımı, bu arada partinin mevcut ideolojik birikiminin partinin tümüne maledilmesi, hala da önemli bir sorun olarak duruyor önümüzde. Bu konu üzerinde Parti Okulu çalışmalarıyla birlikte özellikle durduk ve zaten bu etkinlikleri de sorunun çözümünün bir manivelası olarak ele aldık. Parti Okulu çalışmaları bu alanda önemli bir ilgi yoğunlaşması yarattı ve benzer çalışmalar yerel planda da gerçekleştirildi. Bu hız kesmemelidir, tersine sistemli bir biçimde devam ettirilmelidir. İdeolojik eğitim ve donanım çabası, parti yaşamının ve faaliyetinin gündelik olağan bir boyutu haline getirilmelidir.
İkincisi, parti gelinen yerde artık teorik çalışmaya daha özel bir ilgi göstermelidir. Türkiye tarihi ve toplumu, buna bağlı olarak Türkiye devriminin sorunlarının daha kapsamlı bir ele alınışı, burada öncelikli konulardır. Temel önemde bir konu olan ve girmekte olduğumuz tarihi dönemle birlikte önemi giderek daha somut bir anlam kazanan devrimci şiddet ve devrim konusu tüm kapsamıyla zaten kongremizin gündemindedir. Bu konuda elimizde halihazırda kongreye sunulmuş bulunan ve tartışmaları bir hayli kolaylaştıracağına inandığım önemli bir materyal de var. “Devrimci Şiddet ve Devrim” başlığı altında yakın zamanda verilmiş kapsamlı bir konferansın kayıtları ile konuya ilişkin olarak farklı zamanlarda MK bünyesinde yapılmış tartışmaların tutanaklarından oluşan bu materyalin bu haliyle bile temel önemde açıklıklar içerdiği düşüncesindeyim. Kongre sonrasında bu konu başka bazı platformlarda ayrıca ele alınacak, ardından tüm partinin gündemine taşınacak ve nihayet konu kamuoyu önünde genişçe tartışılacaktır. Sağ ve sol oportünizmin bu soruna ilişkin bakış açısının tarihsel ve güncel bir eleştirisi ile birlikte.
İdeolojik cephede üçüncü bir temel önemde görev, oportünizme karşı etkili bir ideolojik mücadeledir. Bu mücadelenin ana hedefi başlıca reformist akımlardır, öyle olmalıdır. Düne kadar devrimci olan halkçı akımlara karşı bu alanda yapılabilecek fazlaca bir şey kalmadı artık. Parti bu mücadeleden gerçek bir ideolojik zaferle çıktı. Halkçılık ideolojik ve moral bakımdan çöktü, halkçı programlar terkedildi. Bugün güç olan ve asıl tehlikeyi oluşturan artık başlıca reformist akımlardır. Bunlar önemli bir bölümüyle dünün devrimci halkçı akımlarının devrimden kopmuş kesimlerinden oluşmaktadır ve aynı yola son yıllarda yenileri girmiş bulunmaktadır. Siyasal sahneyi bugün bu türden bir reformist akımlar çeşnisi tutmaktadır. Elbette devrimci mücadeleyi güçten düşüren, bu mücadelenin güçlerini sürekli heba eden bir barikat olarak... Reformist akımlar, çeşitli imkanlardan ve kolaylıklardan da yararlanarak, devrime akan güçleri kendilerine çekmekte, kendilerine benzetmekte ve böylece düzen için zararsız öğeler haline getirmektedirler. Bunu hala de devrim ve sosyalizm iddiasıyla ve söylemiyle yaptıklarına göre, bu iddianın ve söylemin gerisindeki gerçeği düzenli biçimde ortaya koymak, bunlara karşı verilecek ideolojik mücadelenin temel yönüdür ve partinin önünde temel önemde bir görev olarak durmaktadır.
İdeolojik cepheye ilişkin söyleyeceklerime son olarak partinin yayın faaliyetini eklemek istiyorum. Yayınlar kuşkusuz temelde politik araçlardır, politik mücadelenin sesi soluğudur. Ama yayın çizgisinde güçlü olmak aynı zamanda ideolojik planda güçlü olmak sorunudur. Bugün eğer partide hala da ciddi bir ideolojik eğitim ve donanım sorunu var diyorsak, bunun yayınlarımız üzerinde kaçınılmaz bir izdüşümü de var demektir. Burada karşılıklı bir diyalektik etkileşim sözkonusudur. Partide ideolojik donanım sorunu varsa bu yayınların zayıflığı olarak da gösterir kendini, ama tersinden de eğitim ve donanım sorununu başarıyla çözmek güçlü ve sistemli bir yayın faaliyeti ile olur. Kadronun düzenli eğitimi ve politik çalışma ve mücadelenin başarılı yönetimi güçlü bir yayın çizgisine sıkı sıkıya bağlıdır. Kongre gündemi içinde zaten var ve bunun kongre çalışması içinde özel bir yer tuttuğunu da biliyorsunuz.
Parti tüm yayınlarını acilen güçlendirmek, tümünü de işlevine uygun hale getirmek sorumluluğu ile yüzyüzedir. Bu önümüzdeki acil görevlerden belki de en acilidir. Yayınlarımızdaki zayıflama katlanılabilir sınırları aşmıştır. Yayın faaliyetindeki zaafiyeti gidermek bir dizi başka sorunda mesafe almanın da zorunlu koşuludur. Kadroların eğitimi ve donanımı yönüne değinmiş oldum. Politik önderliğe dayalı çalışma tarzının başarıyla uygulanabilmesi bundan da önemli bir sorundur ve başarısı için başarılı bir yayın faaliyeti olmazsa olmaz koşuldur. Bunu anlayamazsak eğer, partinin gelişimini sekteye uğratan en temel sorunlardan birinden bihaber olduğumuzu ortaya koymuş oluruz. Anlıyor da gerekleri konusunda sorumluluk göstermiyorsak eğer, partiye karşı sorumsuzluk içindeyiz demektir. Parti bu türden bir sorumsuzluğu bundan böyle hiçbir biçimde kabul etmemelidir. Yeni dönemde parti yayınlarını güçlendirmek için gösterilecek çaba, başta MK üyeleri olmak üzere şu veya bu kadronun gerçekte ne olduğunun en önemli göstergelerinden biri olacaktır. Kongre sonrası dönemde tüm partiyi ve onun her bir kadrosunu bu açıdan gerçek bir sınav beklemektedir. Bu sınavdan başarıyla geçmek, gerçek partili kadrolar olduğumuzun en dolaysız göstergelerinden biri olacaktır.
Politik cepheye geçiyorum. Buradaki en temel hedeflerden biri, geçen yılın tam üyeli bir MK toplantısı üzerinden saptanmıştır, partiye raporların biri üzerinden de partiye sunulmuştur. Parti solda etkin bir devrimci güç odağı haline gelmelidir. Bugünün Türkiye’sinde iki reformist güç odağı var. Bunlardan ilki başlıca üç reformist parti ve grubun oluşturduğu güç birliğidir. Öteki Kürt Hareketi’nin başını çektiği HDK oluşumudur. Halihazırdaki sol hareketin ana gövdesi de bu iki reformist odaklaşmadan oluşmaktadır. Devrimin temsilcisi olarak TKİP, bu reformist güç odaklarının karşısına devrimci bir güç odağı olarak çıkabilmelidir.
İdeolojik konumdan gelen üstünlük burada önemli bir avantaj olmakla birlikte bu sorun gerçekte politik-pratik alanla ilgilidir. Parti ancak pratikte, politik-pratik bir güç olarak reformist solun karşısına çıkarsa devrimci bir güç odağı olmayı başarabilir ve giderek de toplum düzeyinde bir güç haline gelir. Partinin pratikte güç olması ise temelde sınıf çalışmasındaki başarısına bağlıdır. Nitekim parti raporuna yansıyan ilgili MK değerlendirmesi, sorunu sınıf eksenine oturarak bir güç odağı olarak öne çıkmak biçiminde formüle etmişti.
Sorunun pratik yönünün bir başka temel önemde boyutu, partinin eylemli süreçlere önderlik etmeyi başarabilmesidir. Devrimci parti bir propaganda örgütü değil fakat devrimci bir eylem örgütüdür. Faaliyetini ele alırken, kitleleri nasıl hareketlendirebileceği, nasıl eyleme çekebileceği, eyleme geçen kitlelere nasıl önderlik edebileceği onun için her zaman temel bir kaygıdır. Parti organları artık kitlelere şu veya bu propaganda-ajitasyon materyalini nasıl ulaştıracağından çok, şurada ya da burada, fabrikada ya da bir sanayi havzasında kitleleri nasıl harekete geçirebileceğini, direnişe sürükleyebileceğini, protesto eylemine taşıyabileceğini, gösteriye çekebileceğini düşünmelidir, bunun üzerine yoğunlaşmalıdır. Ufkunu böyle oluşturmalı, planlarını buna göre yapmalı, pratiğine böyle bakmalı, yetersizliğini buradan görmelidir. Yeni dönem parti için kitle eylemlerine önderlik, kitlelere eylem içinde önderlik dönemi olabilmelidir. Kitlelerle güçlü bağlar kurmak, kitlelere güven vermek, onların diri kesimlerini örgütlü saflara kazanmak ve nihayet güç olmak, dolayısıyla politik bir güç odağı olarak öne çıkmak da ancak ve yalnızca bununla olanaklıdır. Reformizmin devrim mücadelesi önüne kurduğu barikatları yıkmanın da bundan başka bir yolu yoktur. Reformizmin gücünü etkisizleştirmek ideolojik değil temelde pratik bir sorundur, pratik mücadeledeki inisiyatif ve başarı sorunudur. Kuşkusuz devrimci siyasal çizgi temelinde, doğru devrimci bir taktik çizgi izleyerek.
Parti pratik çalışmaya ilişkin bütün kalıplarını parçalayıp atmalıdır. Bugüne kadarki bütün pratik ölçülerini, buradan çıkan kabullerini terketmelidir. O dar sınırlara mahkum olmak ve bunu da olağan karşılamak, bugünün koşullarında bu bu kadar oluyor, ne yapalım kanıksamasını bir yana bırakmak, mevcut tüm pratik ölçüleri kırıp bir yana atmak durumundadır. Bu mutlak bir ihtiyaç, üstelik de acil bir ihtiyaç. Sıçramalı bir gelişmenin bundan başka hiçbir yolu yok. Yerleşik ölçüler öncelikle zihinlerde parçalanmalı, sonra ruh hali olarak terkedilmeli, mentalite tümüyle değişmeli ve bu kendini kökten değişen pratik davranış çizgisi üzerinden ortaya koymalıdır. Bu propaganda örgütü ruh halinden kesin olarak çıkmak durumundayız. Propaganda-ajitasyon çalışmasını tümüyle eylemli süreçler geliştirme amacına bağlamalıyız, dikkatimizi işçileri ve emekçileri eyleme çekecek pratik süreçler üzerine toplamalıyız.
Çok kısa olarak örgüt cephesinden sözedebilirdim ama en önemli noktaları söze başlarken zaten ifade etmiştim. Parti olarak yirmibeş yıllık bir örgütsel birikimden geliyoruz. Artı özellikle son beş yılda hemen tüm örgütsel sorunlar üzerine yoğun bir tartışma, eğitim, iç mücadele ve iç müdahale sürecinden geliyoruz. Tüm sorunları döne döne irdeledik, gözden geçirdik, yeniden ele aldık, yetersizlikleri saptadık, yeni müdahalelere konu ettik, yeni noktalar üzerinden açtık meseleleri. Kaldı ki son beş yılın bütün bir sürecini gözeterek kaleme alınmış bir dizi sunum da var burada kongreye sunulan. Beş yıldır tüm bu konular üzerine döne döne konuşan, tartışan, yazan, eleştiren biri olarak benim bunlara ekleyecek pek az sözüm var artık.
Söze başlarken öne çıkardığım vurguyla bitiriyorum. Gelinen yerde örgütsel kapsamdaki sorunlarımızın üstesinden daha kolay ve daha verimli bir biçimde gelebilmenin olmazsa olmaz koşulu her alanda darlığı kırmaktır. Darlığı kıramazsak kadrolaşamayız, darlığı kıramazsak güvenlik sorununu olağan sınırlarına indiremeyiz. Darlığı kıramazsak eylemli süreçler örgütleyemeyiz. Ama hemen eklemek de istiyorum, eylemli süreçleri örgütlemeden de bu darlığı kıramayız. Reformizmin başarısının gerisinde, reformist bir temelde de olsa, herşeye rağmen eylemli süreçler var. Bir takım güçleri saflarında toplamalarının, onları tutmalarının ve böylece de yeni güçleri kazanmalarının gerisinde biraz da bu var. Ve bizim bundan çıkarmamız gereken bazı önemli sonuçlar var.
IV. Parti Kongresi bir dönemi kapatacak, yeniden inşa çabasıyla geçen zorlu bir dönemi... Ve umuyorum ki, V. Parti Kongresi, bir takım eşiklerin nihayet aşılıp geride bırakılmış olması anlamında, partimiz için tümüyle yeni bir dönemi başlatacak ve bu anlamda bir zafer kongresi olacak.