(...)
Düne kadar daha çok rejim krizi olarak kendini gösteren siyasal kriz önplanda idi. Geçirdiği tüm aşamalara rağmen rejim krizi belirli bir yeni denge içinde artık bir sonuca bağlanmış̧ olmak şöyle dursun, denebilir ki şu an en ağır, muhtemel seyri ve sonuçları yönünden ise en belirsiz bir döneminden geçmektedir. Bir yandan çözümünü dayatan Kürt sorununun muazzam ağırlığı, öte yandan son derece etkisiz ve silik bir konumdaki düzen muhalefeti, siyasal krizi ağırlaştıran öteki etkenlerdir. Siyasal krizi hemen tüm alanlarda ağırlaşan sosyal kriz, çoğalan belirtileriyle kendini gösteren ekonomik kriz, dinci gericiliğin kendi ideoloji ve uygulamalarını kamusal ve özel yaşamın hemen her alanında tüm topluma dayatması ile belirginleşen ve alabildiğine siyasallaşmış̧ bulunan kültürel kriz, genel bir çöküntü halini almış̧ bulunan dış̧ politika krizi vb. tamamlamaktadır. Özetle günümüz Türkiye’sini çok yönlü bütünsel bir kriz tablosu belirlemektedir.
“Bugün önplanda olan hala da rejim krizidir. Emperyalizmin ve onunla kader birliği içindeki tekelci büyük burjuvazinin tam desteğinde uyguladığı bir dizi operasyonla kendinden önceki köhnemiş̧ rejimin oturmuş̧ dengelerini görülmemiş̧ bir kolaylıkla altüst eden dinci iktidar, halen bunun yerine belirgin bir toplumsal onaya dayanan ve istikrar kazanmış̧ bulunan yeni bir şey koyabilmiş̧ değildir. Kolayından koyacak gibi de görünmemektedir. Bu, sonu gelmeyen pervasızlıklara, ‘yeni Türkiye’ söylemi eşliğinde adeta yeni bir rejimin kurulmuş̧ bulunduğunu gürültülü bir biçimde duyurmaya yönelik çok sayıda gerçek ya da sembolik adıma rağmen böyledir. Gerçekte Türkiye bu konuda halihazırda belirsizliklerle örülü bir geçiş̧ süreci içindedir. Durum birçok ihtimale bir arada açıktır.
“Durumu karmaşık hale getiren, dolayısıyla belirsizlikleri çoğaltan bir dizi gelişmeden söz edilebilir. Bunlardan ilki, eski rejime yeni bir biçim vermek isteyen güçler koalisyonundaki büyük çatlamadır.
“Bu çerçevede ilk göze çarpan ve bugün için öne çıkan, dinci koalisyonun kendi iç yarılması ve çatışmasıdır. Bu çatışma dinci gericiliğin bir iktidar gücü olarak doludizgin gidişinde önemli bir dönüm noktası oluşturmaktadır. Görüntü ne olursa olsun çatışmanın kendisi gerçekte çatışan güçleri, toplamında ise dinsel gericiliği siyasal ve moral açıdan belirgin bir biçimde zayıflatmıştır. Çatışmanın kuralsızlığı, dahası her türlü yol ve yöntemin karşılıklı olarak ölçüsüzce kullanılması, çok sayıda suç ve pisliğin ortalığa dökülmesiyle sonuçlanmış̧ bulunmaktadır. Bütün bunlar, askeri vesayet rejimini yıkmak adı altında yapılan bir dizi kirli operasyonun iç yüzünü açığa çıkarmakla, dolayısıyla meşruiyetini yıkmakla kalmadı, bizzat çatışma halindeki tarafların imajında da onarılması olanaksız tahribatlar yarattı. AKP iktidarı silinmez bir biçimde hırsızlık ve yolsuzlukla, fetullahçı cemaat ise her türlü yol ve yöntemi mübah sayan “kumpasçı”lıkla, üstelik bunu emperyalist merkezlerin maşası olarak yapmakla damgalandı. Bunlar halen tarafların alınlarında silinmez damgalar olarak durmaktadır ve hep de öyle kalacaklardır.
“Öte yandan, ‘bir proje partisi’ olarak bizzat emperyalizmin ve siyonizmin ortak planlarıyla siyasal sahnede sivrildiği bugün daha açık biçimde tartışılan AKP, artık bu iki önemli gücün dünkü desteğinden de yoksundur. Gerçekte onlar tarafından kerhen de olsa halen de desteklenmektedir. Fakat bu yalnızca amaca ve ihtiyaca uygun alternatifin düzen içinde henüz yaratılamamış̧ olmasından ve kuskusuz bunun bilincinde olan AKP iktidarının da onların temel çıkarlarına gereğince hizmet etmeye hala da devam etmesinden dolayı böyledir. Dolayısıyla burada geçici ve iğreti bir denge sözkonusudur. Oluşan yeni durum yeni tercihler ve planları zorlamakta, dolayısıyla ne olduğunu ancak zamanla görebileceğimiz yeni kirli ve karanlık oyunlara zemin düzlemektedir.” (...)
(Geçiş sürecinde sermaye düzeni,
Ekim, Sayı: 295, Şubat 2015)