Logo

İhtilalci örgütü geliştirmenin hayatı önemi!


“Politika yapma” ve “güç olma” sorunu...

İhtilalci örgütü geliştirmenin hayatı önemi!


Partimizin onuncu yılını doldurmak üzere olduğu siyasal yaşamının en önemli gündemlerinden birini örgüt ve kadro sorunları oluşturmuştur. Elbette örgüt ve kadro sorunu her dönem büyük bir önem taşır. Dolayısıyla partinin temel gündemlerinden biri olmasından daha doğal bir şey olamaz. Fakat sorunun bizim partimizin gündeminde tuttuğu yer, çok daha özel nedenlerden, etkenlerden ve süreçlerden ileri gelmektedir. Partinin yaşadığı süreçlerden kaynaklı özgünlükler içermektedir.

Partimizin kuruluş kongresinde örgüt ve kadrolaşma alanında saptanan görevlerin yerine getirilmesi, kongrenin hemen ardından karşılaşılan düşman saldırıları ve yarattığı sorunlar nedeniyle büyük oranda aksamış oldu. Partinin kendi içine döndüğü, yüzyüze kaldığı sorunları aşmak için büyük bir çaba içine girdiği aynı dönem, dünyada ve Türkiye’de önemli gelişmelerin de arifesiydi.

Tasfiyecilik ve reformizmin tırmanışı

‘96 1 Mayıs’ından sonra inişe geçen sınıf ve kitle hareketi koşullarında sol hareket  saflarında güç kazanan tasfiyeci ve reformist etki, ‘99’daki İmralı teslimiyetiyle iyice baskın hale gelmişti. Ulucanlar saldırısı, yoldaşlarımızın da merkezinde olduğu büyük devrimci direnişe çarpsa da, devletin uyguladığı vahşet ve katliam, hapishaneler başta olmak üzere genel olarak toplumsal muhalefete yönelik gözdağına dönüşerek, tasfiyeci reformizmin etkinliğini büyütmesine uygun bir ortam yarattı. Aynı günlerde AB’ye ilişkin hayaller de devreye sokulmaktaydı.

2000’in başından itibaren hapishaneler üzerinden devrimci harekete yöneltilen saldırılar, F tiplerini hayata geçirmek üzere iyice tırmanışa geçti. Bu saldırıyı göğüslemek hedefiyle örgütlenen Ölüm Orucu direnişine devletin yanıtı, 19 Aralık katliamı ve devrimcileri F tiplerine kapatmak oldu. Sermaye devleti bir kez daha sınıf ve kitle hareketine, onun en ileri kesimleri üzerinden gözdağı vermiş, böylece tasfiyeciliğin ve reformizmin etkinliğini artırmasına yeni bir katkı sunmuştu. Üstelik hapishaneler tarihindeki bu en büyük saldırısını AB demokratikleşmesinin gereği (“Hayata dönüş!”) olarak sunma yüzsüzlüğü sergilemeyi de ihmal etmedi. Elbette bu propaganda ile aynı zamanda, solun siyasal varlık alanını tümüyle reformizm ve tasfiyecilikle zehirlemeyi hedefliyordu.

Ölüm Orucu direnişi devletin saldırısını püskürtmeye yetmedi. Hapishaneler üzerinden süren mevzi savaşını bu anlamda sermaye iktidarı kazandı. Bunun az-çok netleştiği bir dönemden itibaren, bizzat direniş süreci devrimci saflardan tasfiyeci-reformist bir havanın esmesinin önemli bir etkenine dönüştü. Devrimci hareket saflarında yaşanan politik ve örgütsel kırılmalarla birlikte siyasal atmosferdeki reformist ton ağırlığını iyice pekiştirdi.

Aynı dönem, 11 Eylül saldırısının ardından, dünya çapında emperyalizmin saldırganlığını tırmandırmasına, savaş çığırtkanlığının ayyuka çıkmasına, toplumsal muhalefete karşı faşist baskı ve terörün boyutlanmasına, bu çerçevede polis devletlerinin tahkim edilmesine tanıklık etmekteydi. Bu atmosferi büyük bir fırsata dönüştürüp terör devletini alabildiğine tahkim eden Türkiye’de ise, her türlü hak gaspı ve saldırı “AB’ye uyum”, “demokratikleşme” vb. rüzgarıyla perdelenmeye çalışılıyordu. Bunun ne oranda etkili olabildiğini, tasfiyeci legalizme ve reformist cereyana nasıl bir güç kattığını, o dönem devrimci saflarda, “Avrupa tipi demokrasi”nin burjuvazi için ihtiyaç olduğu, burjuvazinin buna yöneleceği, artık buna göre konumlanmak gerektiği yönlü teorilerin ileri sürülmesi, çarpıcı bir şekilde göstermektedir.

Devrimci cephede erozyon

 ‘99 ve ÖO’ları döneminin bir yanda bilinçlerde, diğer yanda örgüt ve kadro alanında yarattığı tahribat, birbirini besleyerek fiziki tasfiyelere yolaçabildi. Ya da çoğu durumda, fiziki tasfiyenin devlet eliyle gerçekleştirilmesinin yolunu düzleyen bir tür örgütsel oportünizme ve liberalizme kaynaklık etti. Yaşanan örgütsel ve kadrosal kayıplar, devrimci örgüt iradesini sürekli erozyona uğratan bir rol oynadı.

2000’li yılların politik mücadelesinin karakteri bu temel üzerinde şekillenmiştir. Genel olarak dünyada esen gericilik rüzgarları, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin içine itildikleri hareketsizlik cenderesi, siyasal atmosferde tasfiyeci legalizm ve reformizmin ağırlığı, devrimci örgüt ve kadro alanında uğranılan kayıplar, devrimci örgüt iradesinde yaşanan zayıflama, bunların tümü bir arada, gelinen yerde tartışmasız bir şekilde kendine uygun bir politik mücadele anlayışı, kendine özgü bir politika yapma tarzı yaratmış bulunuyor. Örgütlerin kendi iç işleyişlerinden örgütler arası ilişkilere kadar devrimci parti ve grupları etkileyen bir politik düzey ve tarzla karşı karşıyayız.

Artık bazıları açısından, devrimcilik-yasadışılık iddiası sürdürülürken, örgütsel işleyişin, üstelik bile bile, devletin rahatça denetleyebildiği bir şekilde yürümesi, artık çok da yadırganacak bir durum değil. Örneğin düşmanın en etkin denetleme-takip aracı olan telefonun kullanılması değil, kullanılmaması tuhaf gelebiliyor bazı devrimci örgütlere. Ya da örneğin, ilkesel önemde sayılan taktik ittifaklar politikasında öncelikli muhatap durumundaki ciddi devrimci güçler değil, bir takım dejenere çevreler çok daha fazla ciddiye alınabiliyor. Örneğin sizinle birlikte örgütledikleri bir eyleme destekçi olarak katılan irili ufaklı çevreleri sayarken, devrimci muhatap kabul ettikleri bir özne olarak sizin adınızı anmamak için ellerinden geleni yapabiliyorlar. Veya, 8 Mart gibi tarihsel bir devrimci etkinliğin içini boşaltmaya, onu sınıf özünden kopararak yozlaştırmaya katkı sunmak sorun olmayabiliyor. En dikkate değer olanı ise, bu tutumların artık devrimci çevreler tarafından yadırganmıyor olması.

Benzer bir tutumla Kürt sorunu üzerinden karşılaşıyoruz. Ulusal sorunda marksist-leninist yaklaşım tüm açıklığı ile orta yerde dururken, marksist-leninist olmak iddiasındaki birçok devrimci grup, ‘90’lı yıllar boyunca devrimci saflarda cepheden mahkum edilen ve aşağılanan kaba bir kuyrukçuluğu ısrarla sürdürebiliyor. Seçim dönemlerinde ise ilkesizliğin, tutarsızlığın bini bir paraya dönüşüyor. “Politik kuvvet olmak” adı altında her türlü devrimci ilke ve yaklaşım dudak bükülerek bir yana itilebiliyor. Komünistler dışında kimse de dönüp, bu nasıl bir devrimciliktir demek gereği hissetmeyebiliyor.

2000’li yıllarda partili güçler ve sorunlar

Partimiz bütün bu süreç boyunca, stratejik hedefleri ve ilkesel çizgisine sıkı sıkıya bağlı tutarlı devrimci taktik-politikalarla, bu anlamda devrimci bir politik faaliyetle yolunu yürüdü. Temel meselelerdeki devrimci tutumuyla, sol akımlar içinde devrimci bir ağırlık merkezi, tasfiyeci legalizme, liberal reformizme ve kuyrukçu oportünizme karşı ayrıştırıcı bir devrimci odak olmaya çalıştı. İşçi sınıfının bağımsız devrimci tutumunun taşıyıcısı ve uygulayıcısı oldu.

Öte yandan partimiz bu süreçte ağırlıklı olarak, kendisine yönelen saldırılar sonrasında öne çıkan, çalışmanın yükünü omuzlayan güçler üzerinden yürütülen bir açık alan çalışmasına yaslandı. Hem genel planda zorlu, hem de kendi süreçleri açısından “zor dönem” diye tanımladığı bu dönem boyunca politik faaliyet kapasitesini, eylem ve etkinlik gücünü, kitle tabanını büyütmeyi başardı.

Ama bütün bunları yapabilmek, kendi başına örgütsel güçlenme ve kadrolaşma alanında belirlediği hedeflere ulaşmayı sağlayamazdı. Faaliyetin ağırlık merkezindeki bu kaymanın giderilmesi, bunun örgüt ve kadrolaşma alanında yarattığı sorunlara müdahale edilmesi gerekiyordu. Nihayet 2. Kongre ile buna köklü müdahaleler yapıldığını, henüz yeterince sonuç üretmese de sonrasında atılan adımları biliyoruz.

Nasıl ki kendi başına politik faaliyet yürütmek örgütsel güçlenme ve kadrolaşma sağlamıyorsa, kendi başına örgütsel planda atılan adımlar, yapılan düzenlemeler de istenilen ilerlemeyi sağlayamaz. Bunlar ancak bu alandaki sorunların aşılmasının temel ön koşullarının oluşturulması, bu çerçevedeki ilk görevlerin yerine getirilmesi anlamına gelir.

Atılan adımlardan sonuç alabilmek aynı zamanda, Partili tüm güçlerde bir zihniyet yenilenmesini gerektirmektedir. Özellikle 2000’li yılların politik atmosferinin ürünü olan çarpık “politika yapma tarzı”nın etkilerine maruz kalarak şekillenmiş devrimciler payına bu zihniyet yenilenmesi hayati bir önem taşımaktadır. Zira parti saflarında toplam faaliyetimizin yükünü taşıyan yoldaşlar arasında bu etkiyi şu ya da bu ölçüde taşıyanlar azımsanmayacak bir orandadır. 

Yeni güçlerin eğitimindeki zayıflık
alanları ve yakın önderlik

Partimiz tüm iradi çabalara rağmen, çalışma tarzının toplamından kaynaklanan sorunların da etkisiyle, güçlerinin tek yanlı gelişmesi gerçeğini değiştiremedi. Güçlerini illegal ihtilalci temelde çok yönlü eğitip yetkinleştirerek kadrolaştırmaktan alıkoyan en temel etken, gerek pratik deneyimi gerekse teorik-ideolojik düzeyi bugünkü güçlerine nazaran ileri olan yetişmiş kadrolarını büyük oranda kaybetmiş olmasıdır. Zira kadroyu kadro yapan niteliklerin (ideolojik kimlik, devrimci-militan kimlik, sınıf kimliği, örgütsel kimlik), bu anlamda Partinin çok yönlü birikiminin yeni güçlere aktarılması, somut ve yakın bir önderlik altında gerçekleşebilecek olan pratik siyasal bir eğitim süreciyle mümkündür. Bu, önderlik planında deneyimli kadroların sınırlılığı nedeniyle yeterli ölçülerde yapılamadığı koşullarda, devrimci mücadeleye adım atan insanlar daha çok kendi bildiği/ yapabildiği şeyi yapar ve doğal olarak bu pratiğin şekillendirdiği bir kimlik kazanır.

Uzun yıllar saflarımızda yer alan, pratik içinde büyük bir iradeyle koşturan çoğu yoldaşımızın hala ideolojik, politik, örgütsel, savaşçı militanlık, vb. alanlarda çok boyutlu bir eğitim sorunu ile yüzyüze olmalarınının bir nedeni de budur. ‘80 sonrası dönem ile hapishane direnişlerinde yükü omuzlayan ‘90’lı yılların kadrolarının şu ya da bu şekilde yitirilmesi, o güne kadarki devrimcilik deneyimi ve örgüt kültürünün 2000’lerde devrimcileşen genç kuşaklara aktarılmasını önemli ölçüde sekteye uğrattı. Bu dönemin devrimcilerinin büyük bir kısmı, tasfiyeci legalizmin, liberal reformizmin baskın olduğu bir siyasal atmosferin etkisi altında bir devrimcilik anlayışı edindiler. Örgüt kimlikleri, geçmiş deneyimlerin birikimini taşıyan yetkin kadroların bizzat pratik içindeki yakın önderliği olmaksızın şekillendi.

Bir de buna, kendisini ileri bir siyasal kapasiteyle üretebilen illegal ihtilalci örgüt zemininden uzaklık eklendiğinde, tek yanlı gelişim, politikada mekanik anlayış ve tarz, örgütte kendini değişik biçimlerde dışa vuran bürokratizm, birey-örgüt ilişkisinde çevrecilik vb. zaaf ve zayıflıkların boy vermesi kolaylaştı.

“Politika yapmak” ve “güç olmak” sorunu

Bu zaafları ve zayıflıkları kurutmanın yolu, devrimci bir örgüt aracılığıyla yürütülecek ve her adımda onu büyütecek sistematik, hedefli, kesintisiz bir siyasal sınıf faaliyetidir. Siyasal sınıf çalışmasına bağlanmayan herhangi bir politik faaliyet, bizi stratejik hedeflerimiz açısından bir milim ileri götürmez. Bu yüzden “politika yapmak” üzerinden tanımlanan tüm çalışmalar yeni dönemde gözden geçirilmeyi fazlasıyla hak etmekte, sözkonusu “zihniyet yenilenmesi”nin en önemli boyutunu oluşturmaktadır.

Son on yılın siyasal-örgütsel süreçleri içinde şekillenmiş devrimciliğin en önemli kusurlarından biri, tam da “politika yapmak” alanındadır. Güçlülük üzerine, politik faaliyet kapasitesi üzerine zaman zaman yapılan bazı vurgular, bu kusurun veya zaafın görülüp anlaşılmasını, dolayısıyla aşılmasını zora sokmaktadır.

Politika ve güç ilişkisi çarpık kavrandığı, bu ilişkiye mekanik, tek boyutlu bakıldığı her durumda, politika yapmak alanında zaaflı bir pratik sergilemek kaçınılmazdır. Konunun en kapsamlı tartışıldığı dönem Kuruluş Kongremizdir. Devrimci taktiğin sorunları bağlamında en başta bu sorun tartışılmaktadır. Devrimci sınıfın partisi olarak toplum düzeyinde güç olmanın, sınıf adına toplum düzeyinde politika yapmanın ne denli yakıcı bir ihtiyaç olduğu saptanmaktadır. Politika yapmak için güç olmak gerektiği, güç olmak için de politika yapmak gerektiği ifade edilerek, güç/politika ilişkisi diyalektik bir bakışla ortaya konulmaktadır. Buradan, bugünkü güç ve olanaklarınız ne ise onun üzerinden politika yapmanız gerektiği sonucu kendiliğinden çıkmaktadır. Parti bu anlamda politika yapma yeteneğini partili kimliğin en temel öğelerinden biri olarak tespit etmektedir.

Partimiz açısından güç olmak, bilimsel sosyalizmi işçi sınıfı hareketiyle birleştirmek, kendisini işçi sınıfının bağrında illegal ihtilalci temelde inşa etmektir. Zira burjuvaziyle savaşımında işçi sınıfının en büyük silahı devrimci sınıf partisidir. Bir başka deyişle parti, burjuvaziyle savaşında örgütten başka silahı olmayan proletaryanın en ileri, en zorunlu, en hayati örgütsel yapılanmasıdır. İllegal temelde örgütlenmek zorundadır, çünkü burjuvaziyle sonuna kadar savaşabilmesi için olduğu kadar, varlığını sürdürebilmesi de buna bağlıdır. Çünkü o hedefledikleriyle, ideolojisiyle daha baştan düzenin içine sığmamaktadır.

Güç ve devrimci örgüt

Partinin toplum düzeyinde güç olması, ancak buna uygun bir örgütlenmeyle, bu doğrultudaki bir örgütsel güçlenme ve kadrolaşmayla ve elbette bunun tek yolu olarak sınıf zemininde sürekli politika yapmakla başarılabilir. Nitekim, güç olmak için politika yapmak denilirken, en dar anlamda kastedilen, siyasal sınıf çalışması içinde -bu anlamda politika yaparak- devrimin gücünü oluşturmaktan, onu biriktirmekten, büyütmekten başka bir şey değildir.

Ya da farklı bir şekilde söylemek gerekirse; toplum çapında politika yapmanın, bunu sağlayacak aracı inşa etmekten, onu sürekli bir şekilde geliştirmekten başka yolu yoktur. Bu anlamda politika ve örgüt birbiriyle sıkı bir ilişki içinde değilse, yani araçla eylem, araçla hareket, araçla hedef karşılıklı olarak birbirini beslemiyorsa, orada temelli zayıflıklar var demektir. Bugün, yıllardır partinin saflarında mücadele eden yoldaşlarımız arasında bile, politika yapmayı, devrimin kuvvetini yaratmaktan, bu bağlamda devrimci örgütü büyütmekten kopuk ele alanlar olabilmektedir. Oysa içinde bulunduğumuz dönemde illegal devrimci örgütlülüğü büyütmek, bu anlamda örgütsel güçlenme ve kadrolaşma, politika yapmanın bağlandığı en temel halka olmak zorundadır.

Bugün genel olarak sol hareket, özelde de devrimci hareket cephesinde değerlerin, ilkelerin, stratejik doğrultunun kolayından yitirilebilmesinde politika-güç ilişkisine yönelik çarpık yaklaşım belirleyici bir yer tutmaktadır. Kimileri payına biraz iş yapabildikten, bir şekilde ifade kanalları bulabildikten, bu anlamda bir şekilde var olabildikten sonra, nasıl var olunduğunun bir önemi kalmayabiliyor. Kimileri için onun bunun peşinden sürüklenerek, düzenin icazet alanında hayat bulabilen reformist siyaset düzleminde barınmak her şeyden önde gelebiliyor. Kimileri ise politika yapmayı başka öznelerin gücüne yaslanmaktan, daha doğrusu eteğine yapışmaktan ibaret görüyor. Bu durumda, devrimci örgütsel varoluşa, ilkesel tutumlara, stratejik doğrultuya gerek de yer de kalmıyor!

Proletarya için illegal temellerde yükselen devrimci örgüt, devrimin zaferine dek herhangi bir araç değil, olmazsa olmaz hayati bir araçtır. Proletaryanın muazzam enerjisinin, çelik disiplininin, kolektivite yeteneğinin cisimleşeceği başlıca güçtür. Günümüzde bu gücü ayakları üzerine dikmeye, o sayede sınıfın toplum çapında politika yapmasını sağlayacak kuvveti yaratmaya odaklanmamış hiçbir çabanın devrimci iktidar savaşımında herhangi bir anlamı olamaz. Böylesi bir politika yapma tarzı, yalnızca görüntüyü ve günü kurtarmaya yarayan, geçici olmaya mahkum bir çabadır.

Bugün Parti’ye gerekli olan, sıkı sıkıya sınıf zeminine basan, her adımda illegal devrimci örgütlüğü güçlendiren, çok yönlü bir kadrolaşmayı sağlayan devrimci politika yapmayı başarmaktır.


Üste