Sınırlı devrimciliğe karşı devrimci müdahale
Devrimci mücadeleye adım atan bireyler için kesintisiz bir gelişme, ilerleme ve özgürleşmenin yolu açılır. Ancak ilk adımlar kendi içinde devrim yolunun gereğince, hiç değilse asgari düzeyde yürüneceğinin güvencesi değildir.
Öncelikle devrimciliğe adım atan her birey verili toplumsal düzenin/kapitalizmin ilişkileri, anlayışı ve değer yargıları içinden çıkıp gelmektedir. Tüm yaşamı boyunca düzenin ideolojik, politik, ahlaki, kültürel, sosyal şekillendirmesine maruz kalmıştır. Şu ya da bu çelişki veya etkenin kişiyi sistem dışında bir arayışa yöneltmiş olması, kişiliğinin kapitalizm koşullarında oluştuğu gerçeğini değiştirmez.
İkinci olarak, yaşadığımız toplumda devrimciliğe yönelim genelde duygusal diyebileceğimiz tepkiler ve arayışlar üzerinden yaşanıyor. Çok az insan bilimsel dünya görüşünün temel esaslarını en azından asgari düzeyde kavramaya dayalı bir tercihte bulunuyor. Günümüzde ideolojik-teorik sorunların sol hareket dünyasında önemine uygun düzeyde ele alınmaması, bilimsel dünya görüşüne dayalı bilinçli tercihleri çok daha sınırlı hale getirmektedir. Genelde insanlar devrimciliğe adım attıklarında, en temel esaslara dair bir bilinçten bile yoksun olabiliyorlar. Şüphesiz devrime yönelim açısından bunun özel bir önemi yoktur. Fakat devrimci mücadeleyi layığınca sürdürebilmek açısından hayati derecede önemlidir.
Devrim mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt vermek, insanın kopmaya karar vermiş olduğu toplumsal sistemle sürekli mücadelesini zorunlu kılar. Mücadele gündelik olarak yürütülen faaliyetin, örgütlenen eylem ve etkinliklerin ötesinde bir boyuta sahiptir. Bir başka deyişle, devrimci gelişim düzenin şekillendirdiği kimlikle sürekli bir mücadeleyi gerektirir. Mücadele ancak tüm yaşamı boydan boya kaplayan bir alanda yürütülürse devrimcileşmede mesafe alınabilir. Günlük yaşamdan politik aktivitelere, örgütsel iç atmosferden insan ilişkilerine, halk tabiriyle oturup kalkmadan yeme içmeye, yoldaşlık ilişkilerinden kitlelerle kurulan her türlü bağa kadar hayatın her anı, her kesiti devrimci mücadelenin konusudur.
Bu mücadele sadece burjuvazinin dünyasından çıkıp gelmiş olmanın dayattığı bir zorunluluk da değildir. Kapitalizm, insanın çok yönlü kuşatılması ve yabancılaştırılması planında, kendinden önceki hiçbir toplumsal düzenle karşılaştırılmayacak güç ve imkanlara sahiptir. En başta insanın üretken etkinliğini basit bir değişim nesnesi haline getiren, insanı üretim araçlarının eklentisine çeviren üretim ilişkileriyle kendinden önceki toplumların ötesinde bir güç alanı oluşturur. Bunu yaşamın tüm gözeneklerine hükmeden baskı ve zor mekanizmaları tamamlar. Biçimsel eşitlik ve özgürlüğün aldatıcı maskesi ise insanın uyanıkken dahi bilinçsiz bir rüyada yaşamasını sağlar. Bunların yanısıra, kapitalist kuşatmanın en etkili silahları günümüzde muazzam ölçülerde gelişmiş ideolojik, politik, kültürel, eğitsel propaganda araçlarıdır. İletişim alanındaki gelişmeler burjuvazinin ideolojik ve kültürel hegemonyasını geçmişle kıyaslanamaz düzeyde yaygınlaştırmış ve pekiştirmiştir. İletişim ve bilgilenme bakımından dünya küresel köye dönüşmüş olsa da, kitleler düzen içinde uyutulabildikleri sürece bu burjuvazi için pek bir sorun yaratmamaktadır. Devrim mücadelesinin zayıflığı koşullarında, küresel ölçekte hızlı iletişim burjuvazinin elindeki en güçlü hegemonya silahıdır.
Emrindeki araçlar sayesinde burjuvazi, toplumsal yaşamı sürekli ve her alanda belirleyip şekillendirme olanağına sahiptir. Toplumsal psikoloji, kültürel ve moral atmosfer sistemli ve kesintisiz bir şekilde düzenin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmektedir. Bu öylesine bir uğraştır ki, sistemi yıkmaya yönelen, sınıf ve emekçi kitleleri düzene karşı savaşıma çekmeye çalışan devrimci kuvvetler dahi bunun etkilerinden tümüyle muaf kalamazlar. Aksini iddia etmek, devrim mücadelesini toplumsal dinamiklerin dışında ele almak olur ki, bu da eşyanın tabiatına aykırıdır.
Kapitalist kuşatmanın devrimci saflara etkileri, devrimci gelişim ve özgürleşme yolunda gereğince yürüyebilmeyi her an tehdit eden bir tehlikedir. Dolayısıyla devrimcinin kişiliğinde kapitalizmden kalma zaaf ve eksikliklerine, hayatını çevreleyen tehditlere karşı kesintisiz bir mücadele yürütmesi yaşamsal bir zorunluluktur. Belki bu zorunlulukların yeterince bilincinde olmayan biri de devrimci faaliyetin bir parçası olabilir. Fakat bu asla devrim yolunda gereğince yürümesini, devrimci gelişme ve özgürleşmede mesafe almasını sağlamaz.
Düzenin çok yönlü kuşatmasına karşı gereğince mücadele etmenin başlıca koşulu bilimsel dünya görüşünün kavranması ve sürekli bir özümsemeye konu edilmesidir. Başlangıçta bu, düzenden kopmayı sağlayan duyguların veya etkenlerin bilinçle yoğrulması anlamına gelecektir. Demek oluyor ki, duygusal devrimciliğin yerini bilinçle kuşanmış devrimcilik almadan kapitalist dünyadan sıyrılan bir bireyin kimliğindeki zayıflıklar aşılmış olmayacaktır. Bilimsel dünya görüşüyle kuşanmak bir arınma sürecidir. Nedir ki sosyalist dünya görüşünün bilimsel esaslarının ve devrimci yönteminin asgari düzeyde edinilmesi sadece bir başlangıçtır. Kapitalizmin etkilerinin devamlılığı ve toplumsal koşullar, bilincin sürekli devrimci bilimle beslenmesini ve özümsemeyi temel bir devrimci uğraş olarak dayatır. Bu ayrıca düşüncenin diyalektiği açısından da yaşamsal bir ihtiyaçtır. Zira salt mevcut birikimle idare edilmeye başlandığında, düşünce durağanlaşmaya, darlaşıp kısırlaşmaya, giderek burjuva hegemonyanın gücüne teslim olmaya başlar. Devrimci dünya görüşünün esaslarını asgari ölçülerde edinmiş olan, bu sayede devrim için her şeyini ortaya koyan bir devrimcinin, bir yerden sonra düzene kapaklanmasında bunun belirleyici bir rolü vardır.
Devrimcilik maddi yaşamda ve bilinçte çok yönlü ve kesintisiz bir mücadele olarak kavranamadığında, karşımıza çeşitli alanlarda kendini dışa vuran bir sorunlar yumağı çıkar. Düzenin dört başı mamur kuşatmasını gözardı edebilen bir devrimci düzenle sürekli bir devrimci hesaplaşmayı da ihmal edecektir. Bir devrimci benliğinde bu hesaplaşmayı sürekli kılmadığında, özdeneyimlerinden gerekli dersleri-sonuçları çıkaramaz. Devrimci teorinin özümsenmesi çabası, daha geniş anlamda bilincin sürekli donatılması zaafa uğrar. Dahası bu bir yerden sonra bir ihtiyaç olarak bile hissedilmez. Düşünme kapasitesi eninde sonunda gelip bir sınıra takılır. Düşünsel üretimde sığlaşma ve akamet kaçınılmaz olur.
Devrimciliğin yaşamın her alanında düzenle sürekli bir mücadele olarak kavranmaması, burjuvazinin günü yaşamaya bakan tüketim kültürüne de geniş bir yaşam alanı açacaktır. Devrimci bir partide bunun kaba dışavurumlarından çok, daha kendine özgü biçimleri tehlikelidir. Örneğin gündelik politik faaliyetin stratejik hedefler doğrultusunda mesafe almaktan kopuk bir şekilde, rutin bir tarzda yürütülmesi gibi... Keza devrimcilik sınırları sürekli zorlamak, diyalektik sıçramaları hedeflemek demekken, mevcutla yetinmek, burjuva dünyanın devrimci saflarda yaşam alanı bulduğunun kendine özgü bir başka yansımasıdır. Rahata düşkünlük, kolaya eğilim, zorluklardan kaçınma vb. biçimiyle kaba konformizm karşısında bunu da döneme özgü bir tür gizli konformizm sayabiliriz. Nitekim burjuvazi etkili ve yaygın bir şekilde mevcutla yetinmeyi, sınırları zorlamamayı topluma empoze edip duruyor. Bunun sıradan bir insan ile manevi tatmini politik faaliyette bulan bir insanın dünyasındaki karşılıkları farklı olsa da, son kertede bu, burjuvazinin belli bir anlayışının ete kemiğe bürünmesinden başka bir şey değildir.
Burjuva dünyanın devrimci saflarda yaratabildiği en tehlikeli ruhhali ise, elbette kaba yanları üzerinden değil ama estetize edilmiş anlayışları çerçevesinde düzenle barışık yaşayabilmektir. Bu kendini en çok burjuva yaşama, kültürüne, sanat anlayışına vb.'ne rasyonalize edilmiş veya maskelenmiş bir şekilde öykünmek olarak dışa vurur. Devrimciliği yaşamı tepeden tırnağa kaplayan bir dünya görüşü, bilimsel bir kavrayış, buna uygun bir hayat tarzı, bir değerler bütünü, insanın her tutum ve davranışını belirleyen bir kimlik olarak özümseyemediğimizde, kapitalizmin kötülüklerini perdeleyen, kabul edilebilir kılan kimi anlayışlarını farketmeden benliğimizde yaşatırız. Bu durumda burjuvazinin topluma sürekli aşıladığı beğeniler, ölçüler, değerler yadırganıp yadsınmak bir yana, doğal bir kabulle karşılanır. Bu barışıklık düzenden kopmayı zorlaştırır. Devrimcilik iddiası taşıyıp da bir ayağı düzende yaşamayı, kendi düzeninden vazgeçmemeyi olağan hale getirir. Böylesi durumlarda ise devrimcilik, günün belli bir zamanının ayrılacağı, kişinin kendine göre olanaklarının ve enerjisinin belirli bir kısmını sunmakla yetineceği bir iş halini alır. Elbette devrimci mücadele böyle katkılara da yaslanmak durumundadır. Fakat açıktır ki, iddia ne olursa olsun, bu yalnızca devrim yandaşlığıdır. Yaşamını devrime hasretmek iddiasında bulunan biri payına bu apaçık bir sınırlı devrimciliktir ve sınırların başladığı yerde devrimcilik noktalanır.
Mevcutla yetinmenin, sınırları zorlamamanın, düzenle barışık yaşamanın söz konusu olduğu bir durumda, devrimci iktidar bilincinin yön verdiği bir çabadan çok, kişisel manevi dünyanın tatmini önplandadır. Bu söylenenlerin, devrimcilik iddiası ve söylemler siper yapılarak kilitleyici bir dirençle karşılanması yanıltıcı olmamalıdır. Özellikle kendi halinde devrimcilik, düzenden kopmadan devrimcilik, yarım-zamanlı devrimcilik gibi anlayışların hayli yaygın olduğu günümüzde, bu tür tartışmaların irdelemeye, çözümlemeye, anlamaya ve aşmaya yönelik değil de kilitleyici kimlik tartışmaları olarak karşılanması bile burada söylenenlerin doğrulanmasıdır.
Eğer böyle değilse, bazı sorular cevaplanmak durumundadır. Örneğin, uzun yıllar devrimci mücadele saflarında kalan bir devrimci neden yıllarca yerinde sayabiliyor? Parti saflarında mücadeleyi hayatın anlamı olarak gören bazı yoldaşlarımız neden gelip bir sınıra takılıp kalıyorlar? Devrimcilik sürekli bir politik üretkenlik, inisiyatif, iradi müdahaleler vb. demekken, parti örgütlerinde yer alıp da partinin sorunları ve ihtiyaçları karşısında edilgen kalınabilmesi, inisiyatifsizlik, memur zihniyetiyle hareket etmek nasıl açıklanabilir? Ya da kimi yoldaşlarımızın yaşadığı bazı sorunların, örneğin bunalımlı ruh halinin aşılamaması, insani ilişkilerde sürekli sorun yaşamak, örgüt içi yaşamı, disiplini, devrimci motivasyonu paralize etmek vb.’nin kaynağında ne var? Ya da devrimcilikte ısrar etmek ile sınırlı devrimcilik nasıl bağdaştırılabiliyor, vb...
Partimiz saflarını devrimcileştirmeyi temel önemde bir sorun olarak ele almaktadır. Bu doğrultudaki çabaların belirleyici yanlarından birini, parti saflarını dönemin burjuva etkilerinden sürekli arındırmak, genel olarak sınırlı devrimcilik başlığı altında toplayabileceğimiz anlayışlara karşı sistemli mücadele oluşturuyor. Unutulmamalıdır ki, devrimci bir partinin kendi sorunlarının çözümünde mesafe kaydettiğinin en belirgin karşılığı kadrolarından yansıyacaktır. Tüm yoldaşlarımızın önünde bunun bilinciyle hareket etme sorumluluğu duruyor.