Logo

Tarihsel TKP: Bilinmeyen tarih - H. Fırat


(Bu bölüm, Tarihsel TKP’ye bir ilk giriş olarak yayınlanan Geçmişi Olmayanın Geleceği Olmaz! başlıklı bölümün devamı olarak okunmalıdır. SİP-TKP eleştirisi, Tarihsel TKP konulu yayınımızın yanı sıra devam edecektir...)

Yayınladığı orijinal belgelere dayalı çalışmalarla TKP tarihinin nihayet bilinir hale gelmesine özel bir katkısı olan Türkiye Sosyal Araştırma Vakfı (TÜSTAV) yöneticilerinden Erden Akbulut, bu kapsamda 2006 yılı sonunda yayınlanan kitaplardan birine yazdığı sunuşu şu dikkate değer gözlemle noktalıyordu: “Belgelere dayalı bilgilerin ve çalışmaların artmasıyla birlikte, Türkiye Komünist Partisi’nin tarihi gitgide aydınlanıyor.”

Demek ki 2007 başı gibi çok yakın bir tarih üzerinden bile, TKP tarihi henüz yeni yeni aydınlanmaktadır. Bu, fiilen tarihe karışmasını izleyen elli yılı aşkın bir süre boyunca, TKP tarihinin, hiç değilse önemli ölçüde, karanlıkta kaldığının bir başka ifade ediliş biçimidir ve kuşkusuz çok bilinen bir gerçeğin dile getirilişidir.

Tarihsel TKP’nin tarihini bugün artık önemli ölçüde biliyoruz. Fakat çok değil daha on-onbeş yıl öncesine kadar, bu tarih gerçekten de çok az biliniyordu. Büyük boşluklar ve belirsizliklerle doluydu. Birçok konuda birbirinden çok farklı, hatta taban tabana zıt düşünce ve iddialara konu edilebiliyordu. Kurgular, spekülasyonlar, keyfi iddia ve yorumlar için çok geniş bir alan vardı. Her şeye rağmen bildiklerimizin önemli bir bölümünü bu alanda uzmanlaşan akademisyenlere, yazık ki kısmen de MİT ve polis arşivleri üzerinden sola ilişkin karalayıcı kitaplar yayınlayan gerici yazarların sunduğu bilgi ve belgelere borçluyduk. Sovyet ya da Bulgar kökenli birkaç yazarın Türkiye solunun tarihine ilişkin bilgiler içeren kitapları da kuşkusuz yararlanabileceğimiz kaynaklar arasındaydı. Fakat bugünkü bilgilerimiz bu yazarların da TKP tarihi hakkında çok az şey sunabildiklerini göstermektedir.

Tarihsel TKP’ye ilişkin ilk belge ve bilgilerin toplanmasında ‘60’lı yılların ikinci yarısından itibaren özel bir emeği olan Mete Tunçay, klasikleşmiş kitabının yalnızca 1908-1925 yıllarıyla sınırlı ilk baskısına (Mayıs 1967) yazdığı Önsöz’de, izleyen kitaplarında solun 1926-1945 ve 1946-1960 dönemlerini ele almaya hazırlandığını söylüyor, ama okurlarını her bir kitap için 3-4 yıl sabretmeleri gerektiği konusunda uyarıyordu. Aynı kitabın on yıl sonraki yeni baskısına yazdığı Önsöz’de ise vadettiği bu yeni çalışmaları aradan geçen on yıla rağmen hala neden sonuçlandıramadığına ilişkin açıklamasında şunları söylemek durumunda kalıyordu:

“1925-1945 döneminin Türkiye’de Solun gelişmesi yönünden çok önemli olduğunu sanıyorum. Özellikle bundan ötürü, belgelerle destekleyemeden, bazı -çelişkili- söylentilere göre, bu dönemin tarihini yazmaya kalkmak doğru olmayacaktır.” (1978’deki 3. Basıma Önsöz, Bilgi Yayınevi)

TKP, Şeyh Sait İsyanını bastırmak gerekçesiyle gündeme getirilen ama daha baştan işçi hareketi ile komünist hareketi de hedef alan Takrir-i Sükûn Kanunu’yla birlikte, yani 1925 yılından itibaren, tümüyle illegaliteye çekilmek ve gizli çalışmak zorunda kaldı. Bu tarihten başlayarak sonu gelmeyen saldırılara hedef oldu. Tüm bu dönem boyunca neredeyse kural olarak her yeni toparlanma çabasını yeni bir toplu operasyon izledi.

TKP’nin yaşadığı sıkıntılar Kemalist burjuva iktidarın ardı arkası gelmeyen saldırılarından da ibaret değildi. 1927 sonunda yaşanan ihanet ve provokasyonun yaralarını ancak sarmışken, hemen ardından bu kez bozucu ve tahrip edici gruplaşmalarla yüz yüze kaldı. 1930’lu yılların ilk yarısı boyunca aynı zamanda bunun acısını ve tasfiyeci sonuçlarını yaşadı. İlkinde iki yıl (1932-1934) ve ikincisinde 6-7 yıl (1937-1943) olmak üzere, iki kez merkezi bir yapıdan tümüyle yoksun kaldı. Dahası bu ikinci dönem süresince örgütsel varlığını da hemen tümden yitirdi. 1943’teki yeniden örgütlenme çabası 1944’te TKP, aynı yılın sonunda ise gençlik örgütlenmesi olan İGB saldırılarıyla kesintiye uğradı. Bunları ise 1946 ve nihayet partinin tarihsel tasfiyesine yol açan 1951 toplu saldırıları izleyecekti.

Böylesine bir dönemin tarihinin karanlıkta kalması bir yere kadar anlaşılır bir durumdur. Fakat anlaşılır olmayan, bunun neredeyse altmış yıl boyunca sürebilmesi, sonraki kuşakların TKP tarihinin bu dönemi konusunda karanlıkta kalmasıydı. Sovyetler Birliği yıkılmasaydı, dolayısıyla Komintern ve TKP arşivleri araştırmacılara bu denli cömertçe açılmasaydı, muhtemeldir ki neredeyse yüz yıl sonra hala da bu dönemi bilmeden kalıyor olacaktık.

Burada önemli bir başka husus daha var. Devrimci partiler için kongreler ve konferanslar, kendi gelişim süreçleri ve sorunları konusunda toplu muhasebelerin yapılabildiği, yeni döneme ilişkin politika ve planların saptandığı en önemli platformlardır. Özel örgütsel konular dışında kongre ve konferansların çalışma sonuçları ise genellikle yayınlanabilir mahiyettedir. Bunlar kendi dönemlerinde kamuoyunu bilgilendirdikleri gibi sonraki kuşaklar için de ilgili parti ya da örgütü değerlendirebilmek için önemli başvuru kaynakları olarak kalırlar.

Mustafa Suphi önderliğinde toplanan TKP Kuruluş Kongresi bu açıdan olumlu bir örnektir. Bu kongrenin yazılı materyalleri sonraki kuşaklara, kongreyi hazırlayan sürecin toplu raporu, yerel raporlar, bir dizi temel konu üzerine ilkesel ve taktik kararlar, kongrede onaylanan parti programı ve tüzüğü gibi temel önemde belgeler üzerinden, o güne kadarki parçalı hareketi kuruluş kongresini toplama aşamasına getiren süreci ve sonuçta kongrenin kendisini değerlendirebilmenin asgari koşullarını sunmaktadır.

Açılan arşivlerle birlikte bugün artık başta kongre tartışma tutanakları olmak üzere öteki bir dizi belge ve mektuplar sayesinde bilgilerimiz alabildiğine zenginleşmiş bulunsa bile, bundan örneğin elli yıl önce bile bu kongreyi hazırlayan süreç ve kongrenin kendisi hakkında iyi kötü bir değerlendirme yapmak olanağına sahiptik. Oysa aynı şeyi onu izleyen ikinci (ve son!) kongre hakkında söyleyebilecek durumda değiliz. Buna ilişkin hala da sınırlı ve tartışmalı olan bilgi ve belgeler ancak şu son on-onbeş yılda gün ışığına çıkabildi. TKP’nin tarihinde önemli bir yeri olan 1926 Viyana Konferansı için de durum budur. 1932’de toplanan İkinci Konferans (Defterdarlık Konferansı) hakkında ise hala da yeterli bilgi ve belgelere sahip değiliz.

Bu açıklamalarla gelmek istediğimiz nokta şudur: Siyasal yaşamının önemli bir dönemi boyunca kongre bile toplayamayan, dolayısıyla herhangi bir toplu muhasebe de yapamayan bir partinin tarihinin büyük ölçüde karanlıkta kalması bir bakıma şaşırtıcı da değildir.

Uzun onyıllar boyunca Tarihsel TKP’nin tarihi öylesine az biliniyordu ki, İsmail Bilen TKP’sinin Türkiye’den “1 no’lu üyesi” ve aynı dönemin sonuna kadar da “1 no’lu yöneticisi” olan Aydın Meriç’in 1983 yılında H. Erdal imzasıyla yayınlanan “TKP’mizi Yükseltelim” başlıklı broşürü, konunun araştırmacıları tarafından özel bir ilgiyle karşılanabilmişti. Broşürün Tarihsel TKP’ye ilişkin olarak verdiği çok sınırlı bilgiler, o güne kadar arşivlerde saklı kalan gerçeklerin nihayet gün ışığına çıkması sayılabilmişti. Oysa bugünkü bilgilerimiz ışığında, bunların son derece yetersiz, tartışmalı, kısmen de açıkça yanlış olduğunu biliyoruz. Öte yandan yine bugünkü bilgilerimiz Aydın Meriç’in açıklamalarının, kendisi onu hedef alıyor olsa da gerçekte İsmail Bilen’in TKP tarihine ilişkin tahrifatlarının belirgin izlerini taşıdığını da göstermektedir.

TKP tarihine ilgi duyan bazı yazarlar tarafından zamanında heyecanla karşılanan bu açıklamaların asıl önemli ve işlevli yanı, Tarihsel TKP’den çok İsmail Bilen TKP’si gerçeğine ışık tutması olmuştur. Aydın Meriç’in sunduğu bilgiler, Tarihsel TKP’nin tarihe karışması sonrasında, 1962’den başlayarak bu doğrultuda iddialar olsa da gerçekte 1974 yılına kadar ortada herhangi bir parti bulunmadığına, Zeki Baştımar-İsmail Bilen ikilisi tarafından TKP diye sunulan sözde oluşumun Leipzig’deki bir “radyo redaksiyonu”ndan ibaret olduğuna, TKP ismi ve iddiasının SBKP çizgisindeki uluslararası toplantıların protokol süsünden öteye bir anlam taşımadığına tanıklık ediyordu. Bu kadarı Aydın Meriç’in açıklamalarından önce de iyi kötü biliniyordu. Fakat daha da önemlisi, Aydın Meriç’in kitapçığının, 1974’deki “atılım” döneminde Türkiye’den üzerine yığılan çok farklı siyasal grup, çevre ve kişilerden oluşan yığma yapısıyla gözalıcı bir görüntü sergileyen İsmail Bilen TKP’sinin gerçekte ne denli çürük temellere oturduğunu, dolayısıyla da kofluğunu gözler önüne sermesiydi.

Aydın Meriç’in açıklamalarını Tarihsel TKP arşivi kaynaklı sayarak heyecanla karşılayanların başında gelen Yalçın Küçük, sonraki çalışmalarında yararlandığı kitapçık hakkında şunları söylüyordu: “TKP’nin İ. Bilen’den sonra ve uzun yıllar iki numaralı yöneticisi Aydın Meriç’in, H. Erdal, 1983 yılında, Londra’da yayınlanan ‘TKP’mizi Yükseltelim’ başlıklı kitapçığı, TKP hakkında, en ayrıntılı tarih bilgilerini sağlıyor. ... Aydın Meriç, arşivlere dayanarak yazdığını ve bir biçimde de arşivlerin elinde olduğunu yazıyor.” (Aydın Üzerine Tezler 5, s.325, Dipnot)

Yalçın Küçük’ün bu yargısını içeren kitabı 1988 yılında yayınlandı. Bu kitabın yaklaşık 240 sayfalık bölümü “Hikmet ve Hikmet” ara başlığı altında Tarihsel TKP’ye ayrılmıştır. Yazar bu bölümde, 1930’larda TKP’yi iki devrimci aydının, o günkü TKP muhalefetinden şair Nazım Hikmet ile o günkü TKP yöneticilerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın sırtladığı tezini işlemektedir. Fakat son onbeş yılda gün ışığına çıkan bilgi ve belgeler yığını, kitapta iddialı bir söylemle ortaya konulan tespitlerin önemli ölçüde tartışmalı ve kısmen de geçersiz olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu çok şaşırtıcı da değildir. Zira bizzat Yalçın Küçük’ün kendisi, tam da bu kitabını yazmakta olduğu günlerde ve kendisiyle Dr. Hikmet Kıvılcımlı konusunda yapılan bir röportajda, TKP tarihinden söz ederken, “Çok karanlık bir dönem... Şefik Hüsnü hakkında yalnızca benim bilgilerim değil, herkesin bilgisi o kadar az ki!” diye yakınabiliyordu (Çağdaş Yol, Şubat 1988). “Çok karanlık bir dönem”den söz edildiğine ve kırk yıllık lideri hakkında bile elde doğru dürüst bir bilgi bulunmadığına göre, dönemin TKP’si hakkında gerçeğe uygun bir değerlendirme yapmak olanağı da demek ki o günlerde henüz gerçekten yoktu. Mete Tunçay aynı gözlemi on sene önce, 1978’de dile getirmişti.

Tarihsel TKP’nin tarihinin yakın yıllara kadarki bilinmezliğine bir başka örnek vermek üzere 1988’den 2008’e, “Türkiye Komünist Partisi’nin tarihi(nin) gitgide aydınlanmaya” başladığı yirmi yıl sonrasına, günümüzden ise yalnızca oniki yıl öncesine gelelim. Haluk Yurtsever’in “Yükseliş ve Düşüş Türkiye Solu 1960-1980” başlıklı kitabı tam da bu sıralar yayınlandı (Yordam Kitap, Ekim 2008). Kitap, ismi üzerinden de görüleceği gibi, sol hareketin gelişip serpilmesine denk gelen bir tarihi kesiti ele alıyor. Yurtsever, yerinde bir tutumla, bu gelişip serpilmenin kaynağını TKP’nin yarattığı birikimde görüyor ve yine isabetli bir tercihle bunu “Köken” gibi anlamlı bir başlık altında inceliyor. Farklı bir tarihi dönemi incelediği için bu “köken”in ayrıntılarına girmiyor. Bunun yerine, Tarihsel TKP’nin “doğuş, oluşum ve gelişmesinin” ele aldığı konu bakımından önemli gördüğü bazı özelliklerini en kısa biçimiyle ortaya koymakla yetiniyor. Fakat değinmek zorunda kaldığı somut durumlar ve sorunlar üzerine verdiği bilgiler, bugünkü bilgilerimiz ışığında belli bakımlardan tartışmalı kalıyor.

Buna en çarpıcı örnek, TKP tarihinin bilinmezliklerden oluştuğunun en veciz kanıtı sayılması gereken, TKP kongreleri konusudur. Haluk Yurtsever, maddeler halinde özetlediği düşüncelerinin 6. maddesinde, bu konuda şunları söylüyor: “TKP 1932’den 1983’e kadar tam yarım yüzyıl kongre toplamamış bir partidir. Bu, herhangi bir parti için yinelenmesi mümkün olmayan bir rekordur. Bilinen beş kongrenin her biri ayrı ayrı nedenlerle tartışmalıdır. Hepsi de kurucu kongre niteliğindedir.”

Yazarın İsmail Bilen TKP’sini Tarihsel TKP’nin dolaysız bir uzantısı ve mirasçısı sayan tutumunu geçiyoruz. Bunun hiç de böyle olmadığının yeterli kanıtı bizzat kendi kitabında bile var. Dolayısıyla 1983’teki “beşinci” kongre iddiasını bir yana bırakıyoruz. Ama artık açıklıkla biliyoruz ki, TKP’nin dört bile değil, yalnızca iki kongresi var. TKP’nin sonuncusu 1932’de toplamış dört kongresi bulunduğu iddiası, İsmail Bilen’in TKP tarihine ilişkin uydurmalarından biridir. Fakat yazık ki en çok karışıklık yaratanıdır. Nitekim 2008 gibi geç bir tarih üzerinden hala da tekrarlanabilmektedir.

Tarihsel gerçeklerle uyuşmayan bu iddiaya göre, TKP’nin birinci kongresi 10 Eylül 1920’de Bakü’de, ikinci kongresi 1922 Ağustos’unda Ankara’da, üçüncü kongresi 15 Şubat 1925’te İstanbul’da (Akaretler Kongresi) ve dördüncü kongresi ise Şubat 1932’de yine İstanbul’da toplanmıştır. Gerçekte ise TKP, tüm yaşamı boyunca, ilki 10 Eylül 1920’deki Kuruluş Kongresi olmak üzere, yalnızca iki kongre toplayabilmiştir. 15 Şubat 1925’teki İkinci Kongre’yi izleyen yirmibeş yıl boyunca bir üçüncüsünü toplamak olanağı bulamadan da tarihe karışmıştır. Aynı tarihi evrede TKP’nin iki de konferansını biliyoruz: 1926 ortalarında toplanan Viyana Konferansı ve 1932 Şubat’ında toplanan Defterdar Konferansı ya da TKP literatüründeki resmi söylemle “İkinci Konferans”. (İsmail Bilen’in keyfi bir biçimde TKP 4. Kongresi saydığı toplantı gerçekte bu “İkinci Konferans”tır).

1922 Ağustos’unda Ankara’da toplandığı iddia edilen TKP ikinci kongresi ise gerçekte THİF (Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası) kongresidir. THİF, komünist değil fakat komünistlerle komünizan İslamcıların birlikte yer aldığı son derece kendine özgü, heterojen ve gevşek bir halkçı partidir. Kongre’nin hemen ardından kemalist rejim tarafından kolaylıkla dağıtılmış olması aynı zamanda bu gevşek yapısıyla da ilişkilidir. Komünist Enternasyonal Doğu Seksiyonu’nun THİF’in 1922 kongresini bir TKP kongresi, üstelik bir tür kuruluş kongresi kabul etmesi tarihsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Anlaşılması güç, kabul edilmesi olanaksız ve hiç de masum olmayan bu tutum üzerinde daha sonra ayrıca duracağız. Şimdilik bunun gerisinde Bakü’deki kuruluşu yok sayıp unutturmak tutumunun bulunduğunu söylemekle yetinelim.

Dolayısıyla, sayılarını dörde çıkarmak keyfiliği İsmail Bilen’e ait olsa da TKP kongreleri konusundaki büyük karışıklığın kaynağı daha 1920’li ilk yıllara uzanmakta, o günün Komünist Enternasyonal yönetiminden Şefik Hüsnü’ye kadar bir dizi daha önemli sorumluya işaret etmektedir. Bu da bizi TKP tarihi kapsamında daha ciddi bir soruna, partinin kendi bünyesinde boy veren ve giderek kötü bir gelenek olarak yerleşen inkârcı tutuma götürmektedir.

Bunu “İnkâr edilen tarih” başlığı altında ele alacağız...


Üste