Logo

İddialar ile siyasal pratik arasındaki uçurum!


Seçim sürecinin pekiştirdiği tablo…

İddialar ile siyasal pratik arasındaki uçurum!


Kurulu düzene karşı mücadele etme iddiası taşıyan her siyasal akım işçi sınıfına, emekçilere ve toplumun tüm ezilen kesimlerine kapitalizme alternatif  bir “gelecek toplum düzeni”ni hedef olarak gösterir. Tek alternatifinin sosyalizm olduğunu savunur, sömürüden, kölelikten, baskıdan, zulümden arınmış bir dünyanın ancak sosyalizmde mümkün olabileceğini propaganda eder, bu uğurda mücadele yürütür.

Bu iddialarında ciddi olan örgüt ya da partiler, kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmayı temel alan devrimci bir programa sahip olmak, devrimci bir mücadele çizgisi izlemek ve devrimci bir örgütü inşa etmekle yükümlüdürler. İnşa sürecinin başarısı aynı zamanda kapitalizmin tek tutarlı devrimci sınıfı olan proletaryanın giderek bu sürecin öznesi olmasına bağlıdır. İşçi ve emekçilerin karşısına bu iddiayla çıktıkları halde güçlerini, olanaklarını ve  yeteneklerini bu uğurda seferber etmeyen akımların ciddiyetinden söz etmek mümkün olamayacağı gibi, samimiyetleri de tartışmalıdır.

Hem uluslararası komünist hareketin deneyimleri hem Türkiye devrimci hareketinin gelişim süreci, devrimci ilkesel tutumun terk edildiği koşullarda, düzen karşısında tutarlı bir duruş sergilemenin mümkün olmadığını defalarca kanıtlamıştır. Başka bir ifadeyle, düzen karşısında devrimci ilkesel tutumda ısrar etme iradesinden yoksun anlayışların, kapitalizmi cepheden hedef alan devrimci bir siyasal güç haline gelmeleri mümkün değildir.

Devrimci ilkelerden yoksun birlikteliklerde
yer alma rahatlığı

Ömrünü doldurmuş devrimcilik anlayışını aşma iradesi gösteremeyen geleneksel akımlar bugün pek çok sorunla yüzyüzedirler. Gelinen aşamada bu sorunlar, diğer zaafların yanısıra, iddiada gerileme, iradede kırılma, devrimci ilkelerin terk edilmesi gibi vahim sonuçlara yol açmaktadır. Bu rahatsız edici tablo, komünistlerin pek çok vesileyle hatırlattıkları, “geçmişi aşamayanlar, o geçmişin gerisine düşerler” saptamasını bir kez daha doğrulamaktadır.  

Geride bıraktığımız yerel seçimler sürecinden yansıyanlar, parlamentarizm bataklığında yüzen reformistler bir yana, halen devrim ve sosyalizm iddiası taşıyanların “düzen karşısında devrimci duruş, devrimci ilke ve amaçlarda ısrar” konusunda nasıl büyük bir zaafiyet içinde olduklarını ortaya koymuştur. Bu tablo tümüyle yeni olmamakla birlikte, reformizm kuyrukçuluğu ilk defa bu kadar yaygın bir hal almış, tümüyle düzen içi olan bu platformun kuyruğuna takılanlar ilk defa bu kadar “rahat” davranabilmişlerdir.

“Yıllarca her türlü inandırıcılığını yitirmiş solcu söylemlerle fakat gerçekte apolitizmin bir sonucu olarak seçimlerden uzak duranlar, bu alana ayak atar atmaz Türkiye’nin en kaşarlanmış reformistleri ile aynı safa düşmüşlerdir.” (Ekim, sayı: 256, Ocak 2009)

Bir uçtan diğerine bu kadar kolay savrulanlar, bu geri duruşun altında ezilmek bir yana, bunu politik bir meziyet saymakta sakınca görmemektedirler. Seçimler ertesinde yaptıkları değerlendirmeler, bu geri konuma hızla uyum sağladıklarını göstermektedir.

İlkeler konusundaki hassasiyetin yitirilmesi, kimi “yerel kazanımlar “adına düzen içi reformist bir platformda rahatlıkla yer almayı beraberinde getirmektedir. Böylesi bir platformda buluşmanın zeminini de “yerel kazanımlar” etrafında dönen pazarlıklar oluşturmakta, “ulaşılabilecek kazanç” uğruna devrimci ilkelerden vazgeçilmektedir. Bu tercih, burjuva siyaset arenasına ait olan aldatma, ayak oyunları, tehdit, şantaj vb. gibi, yozlaşma belirtileri içeren davranışlara da alan açmaktadır.

Tasfiyeciliği daha da derinleştiren bu yönelim, eğik bir düzlemde devrimcilikten demokratlığa yol almanın kaçınılmaz sonucudur. Varılan nokta, devrimcilik iddiası ile pratik tutum arasında, aşılması güç bir uçurumun oluştuğunu göstermektedir.

Faydacılığın daralttığı ufuk

Seçime endeksli birlikteliklerin harcı düzen içi anlayışlar tarafından karılmıştır. Bu çizginin temsilcilerinin, özel mülkiyet düzenini, ücretli köleliği, kısacası kapitalizmi hedef almak bir sorunları olmamıştır. Üretim ve mülkiyet ilişkileri bir yana bırakılarak bölüşümden daha iyi pay verileceği vaad edilmiştir. Her şey birkaç ilçe, belde ya da muhtarlığın kazanılmasına endekslenmiştir.

Tüm bunlar reformistler açısından anlaşılırdır. Vahim olan, hala da devrim ve sosyalizm iddiası taşıyanların düştükleri durumdur.

“Devrimcilik, devrimci ilke ve amaçlar, seçimlerden devrimci amaçlarla, devrimci sınıf mücadelesini geliştirmek ve bu arada burjuva parlamenter kurum ve mekanizmaların gerçek içyüzünü sergilemek üzere yararlanmak, tüm bunlar bir anda anlamını yitirmiş, ne edip edip ‘birlikte’ birkaç ilçe, belde ya da muhtarlık seçimini kazanmayı ‘başarmak’ esas kaygı ve amaç haline gelmiştir.” (agy)

“Yerel kazanımlar”a endekslenen bir anlayış ufuk daralmasını koşulluyor. Bu ise parçayı bütünün önüne koymayı, dahası parça adına bütünden vazgeçmeyi çizgi haline getirmek anlamına geliyor. Seçim sonuçlarıyla ilgili değerlendirmelerde bazı muhtarlıkların kazanılmasının “başarı” olarak sunulması, ufuk daralmasının vardığı boyut hakkında bir fikir veriyor.

Ciddiyeti ve samimiyeti tartışmalı
hale getiren “yeni rota”

Komünistler, geleneksel solun ciddiyet ve samimiyet bunalımına erken bir tarihte işaret ettiler. Temmuz 2003 yılında yapılan bir değerlendirmede bu sorun şöyle ifade ediliyor:

“Fakat yazık ki bugünün Türkiye sol hareketindeki asıl sorun güç kaybetmek, dönemsel olarak zayıflamak değil, fakat uzun yılları bulan tasfiyeci süreçlerin ardından artık ciddiyetini ve samimiyetini de yitirmiş olmaktır. Zayıflaması da bundan ayrı değildir, bunun kaçınılmaz bir uzantısı olarak yaşanmaktadır. 

Ciddiyet ve samimiyet, devrimci olmak iddiasındaki bir siyasal akımın olmazsa olmaz temel niteliklerindendir; davasında, çizgisinde, mücadelesinde ve çalışmasında ciddiyet, davasına ve uğruna mücadele ettiğini iddia ettiği sınıfa ve emekçilere karşı samimiyet. Devrimci olmak iddiasındaki bir akımın birçok şeyi eksik, zayıf ya da yetersiz olabilir, ama ciddiyeti ve samimiyeti yoksa ya da artık yitirilmişse, o akım gerçekte bitmiş, kendini tüketmiş demektir.” (H. Fırat, Dünya Türkiye ve Sol Hareket, Eksen Yayıncılık)

Seçimlerden yansıyan tablo, yıllar önce saptanan sorunların bazı sol akımlarda ciddi tahribatlara yol açtığını gözler önüne sermiştir. Halen devrim ve sosyalizmden söz edenlerin rahatlıkla düzen içi bir platforma yedeklenmeleri, gerçekte dümeni “yeni bir rota”ya doğru kırdıklarına dair güçlü işaretler vermektedir. Eğer ciddi bir sorgulama yaşayamazlarsa, böylelerinin soluğu düzenin icazet alanında almaları önünde bir engel kalmayacaktır.  

Giderek belirgin hale gelen bu “yeni rota”, devrimci iddiada ciddi bir gediğin açılmasının dolaysız sonucudur. Ve iddiada bir kez gedik açıldı mı, bunu kapatmak kolay olmamakta, dahası, koşulların da zorlamasıyla açılan gediğin bütün bünyeyi çürütme riski yüksek olmaktadır.

İşçiler ve emekçiler için alternatif ancak devrimci
sınıf mücadelesiyle yaratılabilir!

Düzen içi platformlara kapağı atanlar, bu adımı, düzen partileri karşısında emekçiler adına alternatif oluşturmanın “tek çıkar yolu” olarak sunuyorlar. Bu çarpık anlayış, hem emekçiler adına alternatif oluşturmayı seçimlere endekslemekte (nitekim reformist blok 29 Mart akşamı ömrünü doldurmuştur) hem de alternatif oluşturmayı sınıflar mücadelesinden bağımsız bir “proje” gibi sunmaktadır.

Reformist bloğun Kürt illeri dışında yaşadığı seçim hezimeti, alternatiflerin pazarlıklara endeksli projelerle oluşturulamayacağını bir kez daha kanıtlamıştır. Buna karşın seçim sonuçları değerlendirmeleri, bu projelerden medet umanların kolay iflah olmayacaklarını göstermektedir.

  Oysa sınıf savaşımları tarihinin öğrettiği derslerden biri, düzen karşısında oluşturulabilen tüm alternatiflerin, sınıf çatışmalarının ürünü olarak ortaya çıktığı ve mücadele içinde sınanıp güçlendiğidir. Ancak bunun ardından düzenin temsili kurumlarında da belli mevziler kazanabilmek mümkün olabilmiştir. 

Latin Amerika’da solun seçimlerdeki başarısı bu tarihsel gerçeğin güncel boyutunu oluştururken, Türkiye’de reformist bloğun başarısızlığı da, aynı tarihsel gerçeğin bir diğer güncel boyutudur.

Seçimlerde sergilenen tutum, devrim ve sosyalizm söyleminden vazgeçmedikleri halde reformist bloğun yedeğine düşenlerin, iddiaları ile siyasal pratikleri arasındaki uçurumu bir kat daha derinleştirmiştir.

Devrim ve sosyalizm davasına samimiyetle bağlı olanların, işçi sınıfına, emekçilere ve toplumun ezilen kesimlerine baskı ve sömürüden arınmış sosyalist bir dünya vaadedenlerin, buna uygun bir siyasal pratik sergilemeleri zorunludur. Böyle bir pratiği sergileyemeyenlerin akibetini görmek için Türkiye devrimci hareketinin yakın tarihine bakmak yeterlidir.



Üste