Parti olarak az sayıda güçle yoğun ve kesintisiz bir siyasal çalışma örgütlüyoruz. Bazı alanlarda dönem dönem bir takım kaymalar yaşanabilmesine rağmen, bu çalışma, temelde sanayi kentlerinde ve özelde de üretimin yoğunlaştığı sanayi havzalarında yoğunlaşıp hayat buluyor. İşçi hareketinin çeşitli mevzileri içinde bizimle karşılaştırılamayacak olanaklara sahip kimi sol örgütlenmelerin (özellikle de reformist partilerin) dahi soluğunun yetmediği bir çalışma zemininde ısrar gösteriyoruz. Sınıf meselesini, dolayısıyla modern toplumdaki sınıf mücadelesinin gerçek özünü, bu çerçevede Marksizm’in proleter sınıf özünü ve devrimci yöntemini kavramamış sayısız sol ve devrimci gruba, bunun basit bir “işçici” takıntı olarak göründüğünü belirtmeye gerek yok herhalde. Fakat Partimiz için en başından itibaren apaçık bir varlık yokluk sorunu olarak ele alınan bir ısrar bu. Her dönem farklılaşsa da güçler planında hala da aşamadığımız bir sınırlılığa rağmen, kararlılık ve inatla koruyoruz, büyütüyoruz bu ısrarı.
Elbette ki sınırlılık, içinde yaşanılan dönemin ihtiyaçları tarafından tanımlanabiliyor. Diyelim ki 10 yıl önce biz güçlerimizin sınırlılığı derken bir şeyi, bugün sınırlılık dediğimizde başka bir şeyi kastetmiş oluyoruz. Son 10 yılın tasfiyeci dalgası sınıf ve kitle mücadelesinde, özelde de devrimci ve sol harekette çok şeyi alıp götürdü. Bu tablo derinleştikçe stratejik yönelimleri, temel ilkeleri ve devrimci çizgisi konusunda övündüğümüz bir direnç gösteren partimizin misyonunu ve görevlerini gerçekleştirmesi, proleter sosyalizm kanalını sınıf güçlerine ve sınıf içindeki mevzilere yaslanarak en güçlü şekilde doldurması, sürekli biçimde daha yakıcı bir ihtiyaç haline geldi. Bugün güç planında durumumuzu tanımlarken, bu gerçekten kopamayız. İşin doğrusu bu ihtiyaç çerçevesinde döne döne üzerinde durmamız, çözüm yolları geliştirmemiz ve kesin bir tarzda aşmamız gereken sınırlılıklarla yüzyüzeyiz. Yoksa ileriye doğru gelişimimiz yalnızca saflarımızdaki ortak hissiyatımız, ortak bir kanımız değil, dışımızdaki bir dizi çevrenin ya da insanın da kabul ettiği, yer yer dışa vurmak durumunda kaldığı artık tartışmasız bir açık olgudur.
Partili niteliğin zorunlulukları
Farklı dönemler açısından farklı anlamlar kazansa da sınırlı güçlerle zorlu bir zeminde yoğun bir siyasal pratik, Partili yıllar boyunca örgütsel ve politik süreçlerimize rengini veren karakteristiklerin başında geliyor. Aslında bu konuda fazla bir söze de gerek yok. Halihazırda saflarımızda bulunan ya da bir şekilde yolu geçmiş her insan bunun somut karşılığını, olumlu ya da olumsuz etkilerini benliğinde hissediyordur.
Az güçle çok iş yoğunluğu yer yer tartışmalara konu olsa da Parti iddiası, çoğu durumda başka türlü bir tercihe yer bırakmıyor. Bugün yoğun bir faaliyet temposunun bir de buradan doğan bir zorunluluk olduğunu gözardı edemeyiz. Neticede bir sınıf adına gündemlere müdahale etmeye çalışan, o sınıfın tavrını ortaya koyan, en kötü koşulda dahi hiç değilse ileri kesimler içinde o sınıfın devrimci bilincini temsil eden bir nitelik iddiasıdır, Parti olmak.
Bu niteliğin yegane maddi anlam kazandığı zeminin, yani işçi sınıfımızın durumu, halihazırda bu iddiayı kolaylaştırmaktan uzaktır. Türkiye işçi sınıfı bugün yığınsal halde sermayenin gerici ideolojilerinin etkisindedir. Doğal öncü diyebileceğimiz kesimleri dahi geri bilincin zincirine vurulmuş, olduğu kadarıyla ileri kesimleri ise neredeyse yegane örgütlülükler durumundaki sendikal mevzilerde sendika bürokrasisinin bir parçası olarak koltuk sahibi olan liberal-reformist anlayışlar tarafından büyük oranda kötürümleştirilmiş durumdadır. Üstelik bu, son bir iki yılı saymazsak neredeyse 15 yıldır ilerlemeyen, tersine kötüye giden bir tablodur. İşçi sınıfımızın halihazırdaki durumu üzerinden Partili niteliği üretmek, berrak bir bilinç kadar, elbette bunsuz düşünülemeyecek büyük bir irade, yoğun ve ısrarlı bir çaba gerektiriyor.
Partili dönemin en önemli tartışmalarından biri olan, II. Parti Kongresi’nin de üzerinde büyük bir hassasiyetle durduğu temel bir sorun olarak örgütsel gelişme ve kadrolaşma sorunlarımız, bir yanıyla bu zorunluluğun yan ürünleri olarak da okunabilir. Örgütsel gelişme-güçlenme ve kadrolaşma sorunlarımızın temel boyutu çalışma tarzı üzerinden tanımlanmıştır ve bir dönemden beridir gerekli müdahalelere konu oluyor, ediliyor.
Nesnel süreçlerin genç kuşaklara etkileri
Burada kadrolaşma sorunlarımızın daha genel planda dönemin nesnelliğinden kök alan etkenlerini anmadan geçmek doğru olmaz. Bu çerçevede genel toplumsal-siyasal süreçlerin devrimci kuşakların yetişmesindeki rolüne ve bu açıdan mevcut duruma bakmakta fayda var. Bilindiği üzere halihazırda devrimci örgütlerimizin ve çoğu sol çevrenin önderlik kadrolarının geçmişi ‘70’li yılların kitlesel mücadele dönemine uzanıyor. ‘80’li yıllarda işler olduğu kadarıyla bu dönemin kadroları tarafından omuzlandı. ‘87-‘91 yükselişi yeni güçlerin ortaya çıkmasını sağlasa da örgütlere rengini veren bir ‘80’li yıllar kuşağı yetişmedi. Gerek Türkiye’de işçi hareketinin kırılması, gerek uluslararası ölçekte yaşanan çöküşler ‘90’lı ilk yıllardan itibaren baş gösteren bir tasfiyeci cereyana yol açsa da, yükseliş döneminden itibaren mücadeleye atılan kuşaklar, ‘70’lerin örgütsel mirasını ve deneyimini devralabileceği bir devrimciler kuşağının yakın müdahalesi altında şekillendi. Kırılmaya rağmen işçi hareketi eksenli ‘89 yükselişinin ve paralel olarak büyüyen devrimci mücadelenin etkileri, genç kuşakların devrimci mücadeleye katılmasını sağlayabiliyordu. ‘96 1 Mayıs’ına kadar yaşanan süreçte, özellikle varoşlar ve gençlik hareketi önemli bir militan kadro kaynağı haline geldi. Bu açıdan ‘90’lı yılların ilk yarısı, Partimiz de dahil olmak üzere tüm devrimci örgütlere azımsanmayacak sayıda kadro sağlayan bir dönem oldu. ‘96 Ölüm Oruçları, son büyük Ölüm Orucu Direnişi ve F tipi saldırısı, bu dönem boyunca büyük bir ağırlığa dönüşen liberal tasfiyeci cereyan, fiziki olarak, ‘90’lı yıllarda yetişmiş bu kuşak tarafından göğüslendi. Hala da örgütlerin belirleyici omurgasını bu kuşak oluşturmaktadır.
F tipi saldırısından itibaren başlayan tasfiyecilik dönemi ise, özünde 12 Eylül’le başlayan gericilik döneminin bir devamı olsa da, kendi içinde özgünlükleri olan bir dönemdir. Devrimci ilke ve değerler son 30 yılda bu boyutta bir erozyon yaşamış değildir. 2000’li yılların en karakteristik özelliği bu erozyondur. Genç devrimcilerin kimliklerinin oluşumundan politika ve örgüt anlayışına kadar bu aşınmanın izleri hüküm sürmektedir. Temel klasikler başta olmak üzere marksist ideolojik kaynakların ısrarlı bir incelemesi neredeyse lüks halini almıştır. Devrimci kimliğin, savaşçı-militan pratiğin, örgütsel bakışın ve tecrübenin oluşumunda yadsınamaz önemi olan romanların yerini dönemin medya gücüyle şişirilmiş, aynı oranda da pespaye popüler yazarların edebiyatı almış bulunuyor. Özellikle üniversite gençliği bu açıdan ibret verici bir durumdadır.
Keza genç kuşaklar çoktan beridir ideallerin değil, paranın-meslek garantisinin belirlediği tercihler yapıyorlar. Örneğin öğretmenlik geçmişte bir ideal içerdiği için tercih edilirken, özellikle 2000’li yıllarda iş garantisi olarak tercih edildiği için puan sıralamasında geçmişle kıyaslanamayacak düzeye çıkmıştır. Burjuvazinin başarı hanesinde parlayan bu nesnelliğin dönemin gençliğine etkileri fazlasıyla iç karartıcıdır. Özellikle devrimci mücadeleyle, devrimci örgütle kurulan bağ, madalyonun diğer yüzünde sırıtan garip keskinliklerle alay edercesine gevşektir. (Son yılların yükseliş grafiği içindeki işçi-emekçi hareketliliği, özellikle 1 Mayıs süreçleri ve kriz koşullarında verilen tepkiler bu tablonun kırılmasına, daha sağlam genç kuşakların yetişmesine büyük katkı sunabilme potansiyelleri bakımından da fazlasıyla önemlidir.)
Bu dönemin kimlik özellikleri, az güçle yoğun bir faaliyet zorunluluğuyla birleşince, kadrosal gelişme haddinden fazla sancılı ve yavaş bir halde yaşanmaktadır. Kendiliğinden hareket ya da genel toplumsal mücadele süreçleri insanların gelişimine fazla bir katkı sunamayınca, iradi tercihler kendi başına belirleyici bir önem kazanıyor. Oysa bu açıdan da bir nesnel zorunluluğun dayatmasıyla, Parti düzeyine yaraşır bir politik faaliyet kapasitesi üretmek, üstelik bunu hep de sınırlı güçlerle gerçekleştirme zorunluluğuyla karşı karşıyayız.
Partimiz daha işin başında siyasal bir sınıf mücadelesinden, bunun sıcak pratiğinden kopuk bir kadrolaşma ve örgütsel gelişme olamayacağı gerçeğinden hareket etti. Tersi arayışları örgütsel ve politik olarak da ideolojik mantığı üzerinden mahkum etti. Bu ilkeye bağlı anlaşılmak kaydıyla, öte yandan kadrolaşmayı ve örgütsel gelişmeyi bilinçli yönelimlere dönüştüren esaslara bağladı. O yüzdendir ki, parti inşa döneminin örgüt konferanslarının en hayati gündemlerinden birini bu esaslar oluşturmaktadır.
İşte sınırlı güçlerle yoğun bir faaliyet temposu, yer yer bu esasların güçlü bir tarzda gözetilememesi sonucunu doğurabilmektedir. Bu durumda siyasal faaliyet dahi, kitlelerin örgütlenmesine dayalı sürekli, hedefli ve sistematik bir kitle çalışmasından çok, dar pratik olarak adlandırılabilecek bir koşturmaca, üstelik tüm enerjimizi emen bir yoğun koşturmaca olarak algılanabiliyor.
Dönemin devrimci kuşaklara yansımaları
Nesnel ve öznel tüm bu etkenlerin bileşkesi böylesi koşulların bu dönemin devrimcisine yansımaları çeşit çeşittir.
Yukarıda da değinildiği gibi en başta gelen sorunlardan biri donanımsızlıktır. Bu yöndeki kolektif çabaların dahi pek fazla karşılık bulmadığı örneklere rastlamamak nerdeyse imkansızdır. Yıllarca Partili mücadele içinde yer alıp hiç değilse en temel meselelerde bir birikim ve donanım yaratmayı önemsemeyen azımsanmayacak sayıda yoldaşımız vardır. Öte yandan sorun her durumda ve çeşitli düzeylerde sürekli bir ihtiyaç olarak vurgulanmadan da geçilememektedir.
Bu sorunun önemini anlamak için kitle çalışması pratiğimize, bu alandaki başarı düzeyimize bakmak yeterlidir. İster işçi ve emekçi, ister bir kadın, ister okullu bir genç olsun, çevremizdeki insanları zorlanmadan fikirlerimize kazanabiliyor, onları etkileyebiliyor, ikna edebiliyor muyuz? Çalıştığımız fabrikada, okulumuzda ya da bir emekçinin evinde programımızın propagandasını yapabiliyor muyuz? Soru, programı isimlendirip ajitasyon yürütmenin ötesinde bir yanıta ihtiyaç duyuyor.
Donanımın zayıf olduğu yerde sığ bakış, yüzeysel düşünüş de kaçınılmazdır. Bu yaklaşımın-bakışın arka planında donatılıp zora koşulmayan dimağların zorunlu tembelliği yatar. Ezberlerle konuşmak, kalıplarla hayatı tartışmak, dogmaları hayata dayatmak, biçimlere fazla takılmak, hem yüzeysel düşünüşün ürünü, hem de beyni iyice tembelleştirmenin etkenleri olarak karşımıza çıkarlar.
Dönemsel koşulların yansımalarından biri olarak işaret edilmeyi hak eden sorunlardan biri de donanımsızlıktan, dolayısıyla yüzeysel düşünme kolaycılığından ayrı düşünülemeyecek olan mekanik yaklaşımdır. Burada hayat karmaşıklığı ve gerçekliği içinde çözümlenip algılanacağına, kaba ayrımlar, ak ya da kara ikilemi ya da örneğin örgütsel süreçlerde biçimsel işleyiş belirleyici olur. Oysa Şubat Devrimi döneminde ortaya çıkan ikili iktidar sorununu işlerken, gerçek yaşamda işlerin “son derece orijinal, alışılmamış ve önceden düşünülmemiş bir biçimde” gerçekleştiğini anlamayanlara Lenin’in hatırlattığı üzere, “Teori gridir, dostlarım, yeşil ise yaşamın canlı pratiğinin rengidir…”
Mekanik yaklaşım, yaşamı canlı pratiği ve akışı, hareketi ve gelişimi, çeşitliliği ve çelişkileri içinde kavrayamamaya yolaçar. Burada örneğin kesin bir suretle bir işçiyi, öğrenciyi vb.’ni diyelim ki önce dostluğa, sonra platform vb. bir zemine, sonra siyasal yapılanma içinde daha açık bir konuma, çok çok sonra partiye kazanmak dışında bir yol yoktur. Bu yaklaşım açısından ya A derneğinin üyesisinizdir, ya da siyasal bir platformun…
İdeolojik-politik donanım yetersizliğinin, yüzeysel düşünüşün, mekanik yaklaşımın olduğu yerde, bürokratik anlayışların ortaya çıkması ise neredeyse kaçınılmaz hale gelir. Çeşitli şekillerde karşımıza çıkabilen bürokratik algılayış kendi başına dönemsel koşulların bir yansıması olarak tanımlanamayabilir. Zira “sorumlu” nitelemesi ardında şeflik kültürünün oldukça gelişkin hale getirildiği küçük-burjuva devrimci örgütler bolluğunun yaşanmış olduğu bir ülkedeyiz. Fakat incelmiş çeşitleriyle bu döneme özgü yanlar da taşımaktadır. Bu kimi zaman örgütsel işleyişi emir komuta zinciri gibi görmek olarak karşımıza çıkar, kimi zaman düşünen önderler-savaşan militanlar ayrımı olarak, kimi zaman işbölümü ve uzmanlaşmanın çarpık ele alınışı olarak...
Dönemsel koşulların yansımalarından biri de inisiyatif sorununda kendini gösteriyor. Normalde, bir başka deyişle kolektif çıkarlar temelinde inisiyatif, devrimci gelişmenin hayati bir gereği, mutlak bir öğesidir. Bu yüzden partimiz saflarında bazen ihtiyaçla tam örtüşmese bile inisiyatifli olmak özendirilen bir özelliktir. Hatta bunun karşıtı olarak anlaşılabilecek memur zihniyeti karşısında üstün tutulması gereken bir gerekliliktir. Fakat kolektif işleyişe ve çıkarlara bağlanmamış, kişisel hırsa dayalı inisiyatif, bir de kolektif işleyişin ve kurumsallaşmanın zayıf kaldığı zeminlerde, her şeyden çok bozucu ve dağıtıcı bir etkene dönüşür.
Kadrolaşma sorunlarına müdahalenin güncelde kavranacak halkası
Bu durumda nicel açıdan sınırlı güçlerle oldukça yoğun faaliyet yürütme zorunluluğu, bir de nitelik açısından bir nesnel sınırlılık engeliyle ağırlaşmaktadır. Ancak yukarıdaki koşullarla birlikte anlaşılabilecek sözkonusu zorunluluğun, çalışma tarzı genel başlığı altında da değerlendirilebilecek, fakat tercihen ayrıca ele alınıp irdelenmesi gereken yan ürünleri arasında özellikle kolektif işleyiş ve inisiyatifle ilgili olanlar, halihazırda zincirin kavranması gereken halkalarını oluşturuyorlar. Zira nesnellikle ilgili ne söylersek söyleyelim, örgütsel gelişme ve kadrolaşma planında mesafe katetmemizi sağlayacak iradi tercihler ancak bu alanlar üzerinden pratik bir uygulama alanı bulabilir.
Yineliyoruz; komünist bir partide inisiyatif asla kişisel bir sorun olarak ele alınamaz. Bazen olumsuz içerikli kişisel hırslar, bireysel inisiyatif olarak görünebiliyor. Fakat bu tümüyle küçük-burjuvaca bir inisiyatiftir. Burada kolektif çıkarlara bağlı olmak kaydıyla kişilerin hırslı ve azimli olmalarının bir ihtiyaç olduğunu belirtmeye gerek bile yoktur. Öte yandan gerek yerel örgütler planında gerek bireyler bazında inisiyatifin ne derece hayati bir rolü olduğu, Bolşevizm deneyimiyle tarihe yazılmıştır. Bu deneyimle karşılaştırıldığında ülkemiz devrimci hareketi içinde dikkate değer bazı örnekler vermek mümkünse de, genel planda bir inisiyatifsizlik sorunu olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Leninist örgütün bazı ilkelerinin küçük-burjuva çarpık yorumunun yarattığı bir sorundur bu. Buna karşıt olarak EKİM’in ortaya çıkış parolaları arasında “Düşünen ve savaşan kadrolar”, “Ekim bir kürsüdür”, “Nerede bir Ekimci varsa EKİM oradadır” gibi inisiyatifli olma çağrıları hala tüm güncelliğini koruyan benzersiz bir yere sahiptirler. O yüzden peşinen yerel örgütler ve bireyler açısından mümkün en ileri inisiyatife ihtiyacımız olduğunu ifade etmekten bir an bile vazgeçecek değiliz.
Bu konudaki sorun kolektif bir işleyişin, kurumsal yapılanmanın zayıf ya da yetersiz olduğu alanlarda boy gösteriyor. Komitelerin, hücrelerin, organların, birimlerin, çalışma ve eğitim gruplarının olduğu bir örgütlenmeye rağmen, organlar değil de ikili ilişkiler, amir memur bağları, bazı kadroların aktif ve sürükleyici, diğerlerinin edilgen ve tabi olduğu koşullarda bireysel kalan yararlı inisiyatifler bile son tahlilde kadrolaşma ve örgütsel gelişmenin engeline dönüşebiliyor. Çünkü edilgenliği, memur zihniyetini vb.’ni aşması gerekenler kadar, bu tabloyu değiştirmesi gerekenler de kolektif gelişmeyi sağlamayan bir bireysel inisiyatifin vakarıyla durumu olağan sayabiliyorlar. O yüzden her düzeyde kolektif işleyiş, diğer bir deyişle gerçek anlamda organ ya da birim iradelerine dayalı kurumsal işleyiş mutlak bir suretle öncelik taşımaktadır. Organ iradelerinin şekillenmesini ve gerçekleşmesini boşa düşüren her pratik yaklaşım, özellikle de kitlelerin devrimci eyleminin düzeltici inisiyatifinin yokluğu koşullarında, yalnızca yerinde saymaya, tıkanmaya, dağınıklığa, çevreciliğe, küçük-burjuva özelliklerin yaşayıp gitmesine yol açar.
Eğer kadrolaşmada daha hızlı bir gelişme yaşamak istiyorsak, komünist bir partiye yaraşır en ileri kolektivizmi en ileri inisiyatifler üzerinden gerçekleştirmeye çalışmalıyız. Zira hem sınırlı güçlerle sonuç alıcı yoğun faaliyet yürütmenin, hem de bunun olası olumsuz etkilerini en aza indirmenin, en ileri örgütlülüğü en gelişkin inisiyatiflerle gerçekleştirmek dışında bir olanağı yoktur.