Logo

Marksizm ve sosyal-şovenizm 3 - H. Fırat


“Leninizm’e kavramsal sadakat” iddiası çerçevesinde ve “saha temizliği” kapsamında dile getirilen aforizmayı hatırlayalım: “Lenin’in ittifaklar teorisi özgün bir buluştur ve Rusya işçi sınıfının maddi eksiklerini kapatmak için iki yöne bakmaktadır. Birincisi köylülüktür, ikincisi ezilen uluslar.”

“Birincisi”ne bakmış bulunuyoruz. “İkincisi”yle devam edelim.

Ulusal sorun ve Lenin

Köylülük bahsinden farklı olarak burada, “ezilen uluslar” bahsinde, bu kez çifte bir temel önemde yanlışla yüz yüzeyiz. Yanlışlardan ilki, köylülük sorunuyla aynıdır. Ezilen uluslara “bakma” hiç de Lenin’e özgü bir “buluş” değildir. Lenin’in yaptığı, bir kez daha Marksizmin kendini önceleyen gelişimine sadakat göstermek, onu sağlam bir hareket noktası olarak almak, öncelikle Rusya’ya ve daha ileriki bir evrede ise dünya sahnesine yaratıcı bir biçimde uygulamak olmuştur. Fakat burada konumuz Aydemir Güler’in kendi ifadesiyle “Rusya işçi sınıfının maddi eksiklerini kapatmaksorunu olduğuna göre, Lenin’in emperyalizm çağı ve dünya devrimi sahnesi üzerinden katkılarını şimdilik tartışma dışı tutalım. Öyle ya, tarihsel sahnemiz devrim öncesi Rusya ve konumuz “ittifaklar” bahsinde Lenin’in “buluş”larıdır.

Köylülük sorunundan farklı olarak “ezilen uluslar” bahsinde kendini gösteren ikinci temel önemde yanlış ise “buluş” iddiasıyla kıyaslanamaz ölçüde vahim niteliktedir. Zira SİP-TKP’nin konuya ilişkin uzmanının ulusal sorun konusunda Marksizmi hiçbir biçimde anlamadığının, işin aslında göz göre göre çarpıttığının bir göstergesidir.

Lenin için “ezilen uluslar” sorunu, hiç de “Rusya işçi sınıfının maddi eksiklerini kapatmak”, yani bu alanda işçi sınıfına yeni müttefikler bulmak, yani “ittifaklar sorunu” değildir. Proletarya enternasyonalizmine sıkı sıkıya bağlı tutarlı bir marksist olarak Lenin için sorun, her türden ulusal baskıya, eşitsizliğe ve ayrıcalığa karşı olmaktır. Bir ulusun, kendi istek ve iradesinin çiğnenerek bir başka ulusal siyasal bünye içinde zora dayalı olarak tutulmasını reddetmektir. Dolayısıyla ezilen bir ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını açık, net ve kararlı bir tutumla savunmaktır. Tüm bu gerçeklerin öteki yüzü olarak, bizzat ezen ulus işçi ve emekçilerinin gerçek özgürlüğünü savunmaktır. Yani Marx ve Engels’in “başka bir ulusu ezen bir ulus özgür olamaz” düşüncesinin çok yönlü anlamına bağlılıktır.

Bütün bu ilkesel tutumların ve bunun ürünü siyasal çizginin, “ezilen ulusları” köylülüğün yanı sıra ikinci bir “yedek güç” olarak “ittifak mimarisinin eteklerine” kazanmak amacıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Bir sonraki bölümde göreceğimiz gibi, sorunu böyle ortaya koymak Aydemir Güler’in tümüyle kasıtlı bir uydurması, dayanaktan yoksun bir hilesidir. Bu, o “sorun” yok “dinamik” var uydurmasının bir uzantısı, yeni bir versiyonudur.

Maddi güç bahsinde Lenin’in ulusal sorunda aldığı ilkesel tutumun ve izlediği siyasal çizginin hedefi her şeyden önce dosdoğru işçi sınıfının bizzat kendisidir. Onun her konuda olduğu gibi “ezilen uluslar” sorununda da tutarlı sosyalist ve enternasyonalist eğitimidir. Zira böyle bir ilkesel tutum ve onun ürünü bir siyasal çizgi olmadıkça, çok uluslu bir ülkede, derin tarihsel-toplumsal ve kültürel köklere sahip ulusal baskı ve eşitsizliklerin bizzat işçi sınıfının kendi bünyesinde yarattığı sorunlar, ezen ve ezilen uluslardan gelme işçilerin bilincinde yarattığı tahribatlar giderilemez. (Bugünün Türkiye’sinde yaşayıp da bunun ne demek olduğunu anlamamak mümkün mü?) Proleter devrim diyor Lenin, “işçilerin tam bir ulusal eşitlik ve kardeşlik içinde uzun süre eğitilmelerini gerektirir.” Bu olmadıkça, başka “güç”leri ardından sürüklemek bir yana, işçi sınıfının kendisi gerçek bir “güç” haline gelemez. Dolayısıyla da toplumsal devrime önderlik etme yeteneği kazanamaz.

Neredeyse Ekim Devrimi’ne kadar, Lenin için bu kapsamdaki asıl sorun, hiç de “ulusal dinamik”lerle ittifak değil, fakat çok uluslu bir ülkede işçi sınıfının devrimci birliğini proletarya enternasyonalizminin ilkesel temeli üzerinde sağlamca kurabilmektir. Fakat eğer, ezen-ezilen uluslar katı gerçeğine dayanan çok uluslu bir ülkede, bunun yarattığı bölünmeler, önyargılar, güvensizliklerden hiç de azade olmayan bir işçi sınıfı gerçeği karşısında, ulusal soruna ilişkin olarak açık ilkesel bir tutumunuz, sağlam bir politikanız ve güven veren bir pratiğiniz yoksa, farklı ulus ve milliyetlerden işçilerin bu türden bir devrimci birliğini gerçekleştirmekte de kesin olarak başarısızlığa uğrarsınız. Bunu başaramadığınız bir durumda ise öteki hiçbir şeyi başaramazsınız. Devrim üzerine tüm iddialarınız da yalnızca boş gevezelikler yığını olarak kalır.

Buradaki diyalektiği anlamak, “ulusal sorun”a ilişkin leninist yaklaşımın tüm özünü verir bize. Fakat elbette ki SİP’lilerin sorunu hiç de “anlamamak” değildir. Leninizmin konuyu ortaya koyuş tarzı öylesine açık ve berraktır ki, bunu anlamamak için gerçekten “cahil” olmak gerekir. Yine de cahillik mazur görülebilir bir kusurdur. Oysa SİP’lilerinki ulusal soruna ilişkin leninist bakış açısını bile bile çarpıtmak, böylece kendi sosyal-şoven tercih ve yönelimlerine dayanaklar oluşturmaktır.

“Özgün buluş” ve Lenin

“Özgün buluş” iddiasına geçebiliriz. Köylülük bahsinden farklı olarak, söz konusu olan ulusal sorun olunca, iş Marx-Engels ile Lenin arasındaki kopmaz bağın karartılmasının da ötesine geçmektedir. Burada asıl amaç, öncelikle, ezilen uluslar sorununu, herhangi bir teorik temele ya da ilkesel esasa bağlı olmayan, dolayısıyla özel tarihi koşullara göre yalnızca taktik planda dikkate alınabilecek, koşullar gerektiriyorsa “devrimin çıkarları” için elbette değerlendirilebilecek, değilse eğer “yanından dolanarak” ya da duruma göre pekala “üstünden geçerek” (üstünden atlayarak!) bir yana bırakılabilecek öylesine sıradan, sonuçta çok da dert edilmemesi gereken bir “sorun” olarak sunabilmektir. Bu sunuluşta hiç de “cahil”lik değil, ama düpedüz ezen ulus milliyetçiliği dürtüsü, gelinen yerde sinsi biçimde savunusu vardır. Sinsilik söylem ve tutumlara çekilen Marksizm cilasındadır.

Marx ve Engels’in ulusal soruna ilişkin düşünsel mirasını şimdilik bir yana bırakalım. Yeri geldikçe buna işaret etmek için nasılsa yeterince fırsatımız olacaktır. Yüksek perdeli o “Leninizme kavramsal sadakat” söylemini gözeterek, köylülük sorununda olduğu gibi burada da bizzat Lenin’in tanıklığına başvuracağız.

Engels’in ölümünü izleyen yıl içinde, 1896 yılı yazında, II. Enternasyonal’in Dördüncü Kongresi Londra’da toplandı. O günün “halklar hapishanesi” Çarlık Rusyası’ndan Plehanov ve Rosa Luxemburg’un da hazır bulunduğu, bu arada özellikle Rusya’yı ilgilendiren Polonya sorununun da genişçe tartışıldığı Londra Kongresi’nin konumuz için özel önemi, ilk kez olarak burada, ulusal soruna ilişkin temel önemde bir kararın alınmış olmasıdır.

Lenin bu kısa kararın tam metnini, 1914 yılında kaleme aldığı Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı Üzerine başlıklı çok önemli makalesinde aktarmaktadır (Bu kapsamlı makalenin Türkçede birden fazla tam ya da kısmi çevirileri var). Öncesinde ve Kongre’de Kautsky tarafından temsil edilen bakış açısına değindikten sonra, kararı kendi sözcükleriyle şöyle özetliyor Lenin:

Enternasyonal’in kararında da bu bakış açısının en özsel, en temel tezleri yeniden üretildi: Bir yandan, kesinlikle doğrudan, hiçbir yanlış yoruma izin vermeyecek biçimde, tüm uluslar için kendi kaderini tam tayin hakkının tanınması; öte yandan, aynı şekilde kuşkuya yer bırakmayan, işçilere, sınıf mücadelelerinin enternasyonal birliği çağrısı.”

Ardından kendi yargısını şu sözlerle ortaya koyuyor:

Bu kararın bütünüyle doğru olduğuna ve tam da bu kararın ve ulusal sorunda onun proleter sınıf politikasının tam da bu iki parçası arasındaki sağlam bağıntının, 20. yüzyılın başlangıcında Doğu Avrupa ile Asya ülkeleri için biricik doğru direktifi verdiğine inanıyoruz.” (Seçme Eserler, Cilt 4, İnter Yayınları, s.280)

Aydemir Güler tarafından ulusal sorun üzerinden de “özgün buluş”la ödüllendirilen Lenin söylüyor bunları. Daha 1896’da sorunun özü bakımından doğru bir biçimde ortaya konulduğunun ve bunun “20. yüzyılın başlangıcında Doğu Avrupa ile Asya ülkeleri için biricik doğru direktif” olduğunun altını çiziyor. Yalnızca burada değil başka vesilelerle de, Enternasyonal’in 1896 Londra Kongresi’nin ulusal sorun üzerine (“bu kadar önemli bir ilke sorunu” üzerine!) aldığı karardan her defasında övgüyle söz ediyor.

Marksizmin ulusal soruna ilişkin en temel iki ilkesel tutumu anılan kararda zaten dile getirilmiş bulunduğuna göre, “özgün buluş” iddiası üzerine sözü uzatmak aslında çok gerekli değildir. Yine de RSDİP’in kuruluşundan 1913’e uzanan tarihsel tablo üzerine yine Lenin’den yararlanarak söyleyeceklerimiz var.

Londra Kongresi’nin iki yıl sonrasında, 1898’de, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) kuruldu. Sürgündeki Lenin kongrede yoktu, ama onun verdiği bilgi üzerinden, ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesinin kuruluş kongresinde kabul edildiğini öğreniyoruz. Yine Lenin’in verdiği bilgiler çerçevesinde, hazırladığı program taslağında bu ilkeye yer veren Plehanov’un, onu 1902’de Zarya’da yer alan bir makalesinde ayrıca gerekçelendirdiğini de öğreniyoruz. Lenin, 1913 yılı sonunda kaleme aldığı RSDİP’nin Ulusal Programı başlıklı makalesinde, Plehanov’un Zarya’daki makalesinde, ulusların kaderlerini tayin hakkı istemi üzerine şu temel önemde noktayı vurguladığını bildiriyor:

Burjuva demokratlar için, teoride bile, zorunlu olmayan bu istem, sosyal-demokratlar olarak bizim için zorunludur. Eğer biz bunu unutursak, ya da Rus yurttaşlarımızın ulusal önyargılarını yaralamak korkusuyla, bunu söylemeye cesaret edemezsek, uluslararası sosyal-demokrasinin birlik çığlığı olan ‘Bütün ülkelerin proleterleri birleşiniz! sloganı, bizim ağzımızda utanmazca bir yalan haline gelirdi.” (Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Sol Yayınları, 8. Baskı, s.12-13)

Plehanov’un sorunu, hiç de ezilen ulusları “ittifak mimarisine yedek güç” olarak kazanmak sözde hedefiyle değil, fakat tümüyle işçi sınıfının kendi enternasyonalist sınıfsal birliği ile gerekçelendirdiğine özellikle dikkat edelim. Öte yandan bu yapılabildiği, bunda başarılı olunabildiği ölçüde, ezilen ulusların siyasal özgürlüğüne giden yolda dev bir adım atılmış olacaktır. Nitekim Lenin izleyen yıl kaleme aldığı oldukça kapsamlı bir başka makalede Plehanov’un yukarıya aldığımız sözlerini bir kez daha aktardıktan sonra, kendisi bunu şu sözlerle yorumlamaktadır:

Proleterlerin birliği için, onların sınıf dayanışması uğruna, ulusların ayrılma hakkını tanımalıyız- yukarda aktarılan sözlerinde, Plehanov'un bundan 14 yıl önce kabul ettiği budur.” (age, s.95-96, vurgular Lenin’in)

Sorunun özünün ve anlamının gerçekte ne olduğu bundan daha açık ve veciz bir biçimde nasıl ifade edilebilir ki?

Plehanov’ın savunup gerekçelendirdiği ulusların kaderlerini tayin hakkı isteminin 1903’teki ikinci parti kongresinde kabul edilen RSDİP Programı’nda ünlü “9. Madde” olarak yer aldığını biliyoruz. Aynı şekilde bu madde üzerine kongrede kopan fırtınaları ve bunun sonucunda partiden yaşanan kopmaları da. Bunun bir yanında 9. Madde’ye tümden karşı çıkan ve programdan çıkarılmasını isteyen Rosa Luxemburg’a bağlı Polonyalı marksistler, öte yanında partide Yahudi işçilerin tek temsilcisi olma tekelini talep eden milliyetçi Bund sapması vardı. Polonya grubu 1896 kararının birinci bölümüne, Bund ise ikinci bölümüne karşı çıkmış oluyorlardı. İki grup da kongreyi, dolayısıyla partiyi terk ettiler.

Böylece aynı kongrede Bolşevikler ve Menşevikler halinde büyük tarihi bölünmeyi yaşayan RSDİP, hiç değilse ulusal sorun üzerinden bir görüş birliği içinde kalmayı sürdürdü. Üstelik yine Lenin’in tanıklığına bakılırsa, aradaki 1905 Devrimi’nin çalkantılı sürecine, onu izleyen yenilgi yıllarına ve nihayet yeni bir devrimci yükselişe sahne olan 1913 yılına kadar, her konuda çok büyük tartışmalar ve yeni bölünmeler yaşansa da ulusal soruna ilişkin programatik çerçeve üzerine esaslı bir sorun çıkmadı. Yalnızca ulusal sorun üzerinden İkinci Kongre’yi terk edenlerin, 1905 Devrimi’nin birleştirici basıncı altında 1906’daki Birlik Kongresi’nde partiye dönseler de, yarattıkları tartışmalar sonraki yıllarda da sürüp gitti.

Lenin’in 1913 tarihli makalesine (RSDİP’nin Ulusal Programı) dönelim. Makale o sıra gerçekleşmiş parti konferansının ulusal soruna ilişkin kararını ele alıyordu. Rusya’da o sıralar özellikle öne çıkan ulusal sorun gerçeğine değinen Lenin, partinin 1903 kongresinde benimsenen programın 9. Madde’sine ilişkin olarak ve o zamandan beri, bir yandan ulusal-kültürel özerklik istemiyle ortaya çıkan milliyetçi Bund sapmasına, öte yandan ulusların kaderlerini tayin hakkına karşı çıkan Rosa Luxemburg liderliğindeki Polonya eğilimine karşı mücadele edildiğini dile getirir. Ve daha sonraki dönemde belki yüzlerce kez yineleyeceği şu temel önemde sonucu formüle eder:

“… marksistler, burada, eğer demokrasiye ve proletaryaya ihanet etmek istemiyorlarsa, ulusal sorunda özel bir istemi, ulusların kaderlerini serbestçe tayin etme hakkını (RSDİP Programının 9. Maddesi), yani siyasal bakımdan ayrılmayı savunmalıdırlar.”

Sorunun özünün tutarlı demokrasiye ve proletarya davasına sadakat olduğunu, bunun burada bir kez daha dile getirildiğini görüyoruz. Lenin hemen ardından şunları ekler:

“… Programımızın yürürlükte olduğu on yıl boyunca, RSDİP'nin hiçbir birimi, hiçbir ulusal örgüt, hiçbir bölgesel konferans, hiçbir yerel komite, bir kongrede ya da konferansta hiçbir delege, 9. maddenin değiştirilmesi ya da kaldırılması sorununu ortaya atmamıştır! (age, s.10)

Bu, 1913 yılı üzerinden Lenin’in kendi tanıklığıdır. Ve anlamı, “ezilen uluslara bakma”nın ve onlara ilişkin Marksizmin ilkesel tutumunu formüle edip program düzeyinde dile getirmenin, hiçbir biçimde Lenin’e ait bir “buluş” olmadığıdır. Özellikle İskra’nın yayınından itibaren Lenin parti programını oluşturma sürecinin son derece etkin bir üyesidir. Ama programın ulusal sorun maddesini teorik bakımdan gerekçelendirme işini programın tümünü gerekçelendirme kapsamında Plehanov’un üstlendiğini biliyoruz.

Ulusal sorunda yaratıcı dönem

Teorik konularda son derece üretken olan Lenin’in 1913 yılına kadar ulusal sorun üzerinde nispeten az durduğunu görüyoruz. Bu zaman zarfında akılda kalan en önemli yazılarından biri 1903 Kongresi’nin hemen öncesinde kaleme aldığı Programımızda Ulusal Sorun başlıklı makalesidir. Temel fikirleri bakımından Kautsky ve Mehring’e dayanan bu makale, yine de Lenin’in ulusal sorunda da yaratıcı cevherinin ilk açık işaretlerini taşımaktadır. Mehring’in Polonya sorununu ele alan yaklaşımına koyduğu kayıtlar (ki tarih Lenin’i doğrulamıştır) bunun dikkate değer bir örneğidir.

1913’e kadar olan aynı zaman zarfında ulusal soruna ilişkin dikkate değer öteki yazıları “Asya’nın uyanışı” kapsamındakilerdir. Birinci emperyalist dünya savaşı ile Ekim Devrimi’ni izleyen gelişmelerin kanıtladığı gibi, 1913’ü önceleyen dönemde ve ulusal sorun kapsamında Lenin’in asıl yaratıcılığı, “Asya’nın uyanışı”na ilişkin bu yazılarındadır. Ama bunların, hiç değilse o aşamada ve hele de “Rusya işçi sınıfının maddi eksiklerini kapatmakbahsiyle, doğrudan bir ilişkisi de yoktur.

Bu kapsamda son bir nokta. Neden özellikle 1913’ü bir zaman sınırı olarak aldık? Çünkü bu Lenin’in Marksizm ve ulusal sorun kapsamındaki yaratıcılığının tüm verimliliği ve zenginliği ile kendini göstereceği bir dönemin başlangıcıdır. Bunun neden tam da bu tarihte özellikle gündeme geldiğini, Bolşeviklerin 1913 sonbaharında toplanan Konferansı’nda tam da ulusal soruna ilişkin olarak ortaya konulan özel programın girişindeki şu sözlerden öğreniyoruz:

Kara-yüzler ulusalcılığı, liberal buıjuvazi ile ezilen ulusal-toplulukların üst sınıfları arasında ulusalcı eğilimlerin gelişmesi, bugünlerde ulusal sorunun önemini artırıyor.

Sosyal-demokrat hareketin bugünkü görünümü (Kafkasya sosyal-demokratlarının, Bundun ve tasfiyecilerin parti programını yok etme çabaları vb.) partiyi, bu soruna her zamankinden daha büyük bir dikkat göstermeye zorluyor.(Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol Yayınları, 2. Baskı, s.92)

Fakat 1913 sınırı ve sonrası için bundan da önemli bir neden var. Bu tarihten bir yıl sonra patlak veren birinci emperyalist paylaşım savaşıyla birlikte, başta Plehanov olmak üzere öteki önemli parti liderleri uluslararası sosyalizmin birlik çığlığı olan ‘Bütün ülkelerin proleterleri birleşiniz! sloganına ihanete yönelirken, Lenin her zamankinden daha büyük bir bağlılık göstermeye devam etmiş ve ulusal soruna ilişkin en yaratıcı ürünlerini de bu dönemde vermiştir. Emperyalist savaşın yarattığı sorunlar ve yol açtığı gelişmeleri anlamak çabası ile bunların tetiklediği tartışmalar, Lenin’in bu alandaki yaratıcı veriminin tarihsel zemini oldular. Bir önceki bölümde işaret ettiğimiz gibi Lenin aynı yaratıcı başarıyı 1905’te de devrimin sorunları üzerinden göstermişti. 1914-18 emperyalist savaşını izleyen gelişmeler ve yaşanan büyük ihanetler, önde gelen parti liderleri arasında, devrimin tüm öteki sorunlarında olduğu gibi ulusal sorunda da marksist ilkelerin anlamını ve gereklerini derinlemesine anlayanın, kararlılıkla savunanın ve pratik gereklerini tavizsizce uygulayanın bir kez daha yalnızca Lenin olduğunu ortaya koymuştur.

“Üstünden atlamak”!

II. Enternasyonal’in 1896 Londra Kongresi’nin ulusal soruna ilişkin olarak aldığı karar şöyledir:

Kongre, bütün ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını tam olarak desteklediğini beyan eder ve şu anda askerî, ulusal ya da başka biçimdeki despotlukların boyunduruğu altında acı çeken bütün ülkelerin işçilerine sempatisini ifade eder; Kongre, bütün bu ülkelerin işçilerini, dünyanın sınıf bilinçli işçilerinin saflarına katılmaya ve bunlarla, uluslararası kapitalizmin yenilgiye uğratılması için ve uluslararası sosyal-demokrasinin amaçlarının gerçekleştirilmesi için omuz omuza savaşmaya çağırır.”

1896 yılında, önemli bir kısmı marksist ya da gerçek marksist olmayan delegelerin oluşturduğu bir platformda, yine de Bebel, Kautsky ve Plehanov gibi o günün en önemli marksistlerinin de yer aldığı ve ağırlığını hissettirdiği Londra Kongresi’nde, ulusal soruna ilişkin olarak özü ve esası yönünden doğru bir karar alınabildiğine; ve Lenin gibi sadık, sağlam ve yaratıcı bir marksist bu kararı 1914 gibi hayli ileri bir tarihte hala vurgulu bir biçimde onaylayabildiğine göre, demek ki Marx ve Engels, konuya ilişkin olarak yöntemden de öteye bazı “ilkeler” ya da “tamamlanmamış” da olsa bir “teorik” miras bırakmış olmalıdırlar. Aksi durumda bu tarihi kararı tümüyle, alınmasında birinci derecede rol oynayan Kautsky’nin konuya gösterdiği kişisel duyarlılık ve yaratıcılığının çok özel bir ürünü saymamız gerekecek.

Ama hayır diyor, SİP’li Aydemir Güler ile ruh ve düşünce ikizi Kemal Okuyan, Marx ve Engels’te ulusal soruna ilişkin bir “ilke” ya da sözü edilebilir bir “teori” yoktur!

İlki, eski Başkan Aydemir Güler, daha otuz yıl öncesinden başlayarak yazdıklarında, ulusal sorunu teori konusu bile olamayacak denli marjinal bir alan sayıyor. Marksizmin ulusal soruna ilişkin olarak “yalıtılmış sınırları dahilinde” (sanki böyle sınırlar gerçekten olabilirmiş gibi!) öyle tutarlı bir teorisi yok, olamazdı da diyor. İyi ki de yok demeye getirerek mutlulukla ekliyor: “Olmamalıdır” da!

Bu saptama ve dilek boşuna değil. Öyle ya, insanın elini kolunu bağlayan tutarlı bir teori ya da bağlayıcı bir ilke olmazsa eğer, böylece sorunun “yanından dolanmak” ya da düpedüz “üstünden atlamak” da o denli olanaklı ve kolay olur.

İkincisi, şimdiki Genel Sekreter Kemal Okuyan, boşuna aramayın, Marx’ta ulusların kaderlerini tayin hakkına ilişkin bir şey bulamazsınız diyor ve noktayı koyuyor: “Marx’ta ulusların kaderlerini tayin hakkı yok”! “Marx, ulusal sorunu önemsememiştir”! Hele “ilke” hiç aramayın, kesinlikle bulamazsınız! Marx bir yana, Lenin’de de bulamazsınız! “Marx gibi o da [Lenin de!] ahlaki ya da ilkesel bir pozisyon almıyordu”! Devrimin çıkarları için işe yarıyorsa ilgileniyor, yoksa “yanından dolanıyor” ya da dosdoğru hiç umursamıyordu!

Kemal Okuyan bütün bunları nerede mi söylüyordu? “Yurtseverlik sınavı” söylemiyle Türk milliyetçiliğini teorize ettiği ve kapağını Türk bayrağı ile süslediği o utanç verici kitabında! Bütün bunlardan Kürt sorununa ilişkin olarak ne sonuç mu çıkarıyordu? Onu basitçe yok saymayı!

Emperyalizmle uyum ve burjuvaziyle ittifaktan devrimci hiçbir şey çıkmaz, demokrasi ve özgürlük de çıkmaz. Bu gerçeği hiçbir hak, ulusların kaderlerini tayin hakkı da değiştiremez.”

Hayatında bir an ve bir nebze olsun devrimciliğin yanından bile geçememiş birinin bu kibir dolu sözlerinden çıkan nihai pratik sonuç ne mi oldu? Kürt sorununun artık SİP-TKP’yi ilgilendirmemesi!

“Yanından dolanmak” bir yana, SİP’liler artık soruna dosdoğru sırtlarını dönmüş durumdalar. Kongre ve konferanslarda artık gündeme alınmaması, dolayısıyla tek kelime olsun kararlara konu edilmemesi bunun tartışmasız bir göstergesidir. “Sorun” yok “dinamik” var bakışı, yukarıya aktardığımız emperyalizme kapılanmış “dinamik” değerlendirmesiyle birlikte, “sorun”un böylece yok sayılmasını doğurdu.

Yeri geldikçe Türkiye solunun kırk yıllık teorik “geleneği” olmakla övünen solun bu “Beyaz Türkleri”, son kırk yıldır Türkiye toplumunu bunaltan ve halen de toplumsal düzeyde tüm yakıcı ağırlığını koruyan bir “sorun”dan sözde “teorik” alandaki cambazlıklarla kendilerini işte böylece sıyırmış sayabildiler.

Kürt sorununu “yok sayarsanız yok olur!” diyen despot şarlatanların yönettiği bir ülkenin sol Kemalist çizgideki Beyaz Türkleri’ne pek yakışan bir sonuç olmalı bu.

(Devam edecek…)


Üste