Mevzi direnişlerin güncel anlamı
Bugün tek tek işyerlerinde gerçekleşmekte olan direnişler ileri sonuçlar yaratacak potansiyeller taşıyor. Çünkü yıllardır yaşanmakta olan mevzi direnişler, hem iç süreçleri, hem de dışını etkileme gücü bakımından, kriz koşullarının etkisi altında yepyeni bir boyut kazanmış bulunuyor.
Düne kadar sendikalaşma, ücret zammı, sosyal haklar vb. nedenlerle işten atılan bir işçi, bir şekilde yeni bir iş bulacağı umudu taşıyordu. İşsizlik rakamlarının her geçen gün büyümesi de bu algılamayı pek etkilemiyordu.
Bunda burjuvazinin işçi sınıfına yönelik, özellikle ‘91 kırılmasının ardından gerçekleştirdiği saldırıların yarattığı sonuçların belirleyici bir payı var. KİT özelleştirmelerinin yığınsal tensikatlar, örgütsüzleştirme ve taşeronlaştırmalar eşliğinde başarıyla uygulanması, özel sektörün de bu süreçte taşeronlaştırmayı en üst düzeye çıkarması, işçi sınıfı içindeki göreli ayrıcalıkları neredeyse tümüyle silip yok etti. ‘70’lerin sonlarında hız kazanan neo-liberal saldırılar, bugüne dek işçi sınıfının bilinç, örgütlenme, mücadele deneyimi vb. alanlardaki tüm birikiminde muazzam tahribatlar yarattı. Bunun son 15 yıldaki ifadesi ise, esnek üretimin, kuralsız sömürünün adım adım yerleşmesi oldu. Türkiye’de 2000’li yıllara girildiğinde, yapısal krizin yolaçtığı devresel sarsıntıların da yardımıyla sermaye yeni hamlelere başvurdu. Bunların en önemlilerinden biri, fiili olarak uygulanan esnek üretim, taşeronlaştırma, işçi simsarlığı vb.’nde ifadesini bulan kuralsız sömürünün yasal kılıflara da büründürülmesi oldu. Ortalama ücretlerin açlık sınırının yarısı kadar olan asgari ücrete yaklaştığı, temel sosyal haklarda, çalışma koşullarında pek bir fark kalmadığı için, bir işten diğerine koşturmak çok fazla sorun olmadı.
Bugünün kriz koşulları ise herhangi bir umut taşıma olanağını da ortadan kaldırdı. Bu durum, kriz koşullarının yanı sıra, işçi sınıfının en geri savunma hattında duruyor olmasından da beslenmektedir. Bu hatlar, sınıf mücadelesinin son 30 yıllık seyri tarafından belirlendi. Gelinen yerde örgütlülükleri dağıtılmış, zamanında mücadele süreçleri içinde yetişmiş öncüsü biçilmiş, üretim sürecinde dahi fiili ve yasal olarak parça parça edilmiş olan işçi sınıfı, saldırılara göğüs germeyi başaramamıştır.
Bugünkü mevzi direnişler, hem yitirilen umutlar hem de göğüslenememiş olan saldırılar gerçeği gözetilerek anlaşılabilir.
Sınıf hareketinin temel engeli
Sınıf hareketinin gelişmesinin önündeki en önemli engel, ne tek başına düzenin zor ve baskısı ne de eylemlerin icazetçi-barışçıl karakteriydi. Tarihi boyunca sayısız kez siyasal ifadeler kazansa da, birçok kez sermaye düzeniyle siyasal düzlemde karşı karşıya gelse de, işçi hareketi hiçbir zaman bağımsız bir siyasal kimlik kazanamadı. Bazı anlamlı çıkışları bir yana bırakırsak, bunun temelinde, temel iktisadi-sosyal haklar için mücadelenin yasal çerçeveyi aşamaması gerçeği yatıyor. Öncüsünün biçildiği, sendikal örgütlülüğünün dağıtıldığı, organik olarak parçalandığı koşullarda, ister genelde gelişsin, ister mevzi kalsın, işçi eylemlerinin başlangıç adımlarında düzen icazetini temel alması doğaldır. Gelişmeye başlayan hareketin nasıl bir seyir izleyeceği ise herşeyden önce önderliğine bağlıdır.
Tam da bu noktada, sermayenin işçi hareketi içindeki en önemli barikatı olarak sendika bürokrasisi her seferinde oynaması gereken rolü oynadı. ‘91’deki saldırılarda, sınıfın ‘93-‘95 dönemindeki savunma çabalarında nasıl uğursuz bir rol oynadıysa, ‘94 5 Nisan Kararları’yla birlikte iyice tırmanışa geçen özelleştirme saldırısında nasıl kusursuz bir uşaklığın gereklerini yerine getirdiyse, ‘98 sonbaharında, ‘99 yazında ve sayısız mevzi direnişte de aynı misyonu yerine getirdi. Bürokratlar şebekesinin sayısız ihanetine, sermaye düzenine yaptığı paha biçilmez hizmetlere rağmen, sendikal örgütlülük işçi sınıfı nezdindeki önemini yitirmedi. Hiçbir dönem bağımsız bir siyasal hareket düzeyine çıkamamış, siyasal bir önderlikle buluşamamış, kendisi de siyasal önderlik kapasitesi oluşturamamış işçi sınıfımız için sendikalar, yegâne örgütlülükler olarak görüldü. Sendikaların aşırı kan kaybı yaşadığı ve sendikal ihanetin döne döne sergilendiği son 15 yılda dahi sendikal bürokrasinin denetiminin aşılamaması, sendikalara olan bu bağımlılığın göstergesidir.
Bundan dolayıdır ki, sermayenin saldırılarının ücret ve diğer ekonomik haklarda büyük kayıplara yol açtığı dönemlerde, sendikal örgütlülükteki çözülmeye rağmen, işçilerin çoğu yerde siyasal bir önderlik müdahalesi olmaksızın başgösteren sendikalaşma çabaları yaşandı. Denilebilir ki, son 15 yılda işçi hareketinin en belirgin biçimi, iktisadi hakların korunması-kazanılmasıyla eşdeğer görülen sendikalaşma eğilimi ve kapitalistlerin sendikalaşma girişimlerine yönelik saldırılarına karşı direnişler olmuştur.
Bağımsız siyasal sınıf hareketi için bürokrasiden temizlenmiş sendikal mevziler
Komünistler erken bir evrede, bağımsız bir siyasal sınıf hareketi geliştirme mücadelesinin sendikaları bürokratik şebekeden temizleme çabasıyla birleşmesi gerektiğini saptamışlar, bu çabadaki başlangıç dayanağının ise işçi sınıfı içindeki söz konusu iktisadi-sendikal eğilim olduğunu belirlemişlerdi. ‘91 kırılmasının ardından yaşanan tensikatlardan kurtulmuş öncülerin ara kademe sendika bürokrasisi tarafından reformist-icazetçi bir çizgide kötürümleştirilmesi, bu dinamiği özellikle önemli hale getirdi. Sendikalarda güç olmadan sendika bürokrasisinin denetimini kırmak, bu denetimi kırmadan sınıf hareketini bağımsız bir siyasal güce dönüştürmek mümkün olmadığı içindir ki, sınıf içindeki çalışmamızın odağına bağımsız taban inisiyatiflerini örgütlemeyi koyduk. Zira tek tek fabrikalarda, temel sanayi havzalarında ve belli başlı sektörlerde taban inisiyatiflerinin ifadesi örgütlenmelere yaslanmadan sendikal mevzileri bürokrasiden arındırmak olanaklı değildir.
Bu nedenle, ister sendikalı işyerlerinde isterse sendikalaşma eğiliminin dışa vurduğu işletmelerde olsun, sınıfın bağımsız taban inisiyatifini geliştirerek taban örgütlülüklerini inşa etmek, sendikal bürokrasinin denetimini parçalamanın, giderek sendikalarda güç olmanın temel bir boyutu olarak ele alındı. Bu çerçevede, iktisadi-sendikal hakları korumaya dönük hareketliliklerin ya da sendikalaşma eğiliminin kendini sıklıkla dışa vurduğu orta ölçekli işletmeler, taktik planda temel hedefler olarak tanımlandı. Partimizin özdeneyimleri temel alınarak, sendikalaşma eğilimine-dinamiğine müdahalenin somut çerçevesi ve pratik hattı ayrıntılı değerlendirmelere konu edildi.
Fabrika direnişlerinde işgal boyutu
Bugün, bu değerlendirmelerde ortaya konulan somut müdahale hattının çok daha pratik bir önem kazandığı bir evredeyiz. Son dönemde yaşanan fabrika eylemleri, hem sınıfın birbirinden etkilenme boyutuna, hem de eylem biçimleri açısından son yılların uyuşukluğundan çıkıldığına işaret ediyor. Sendika bürokrasisi de, kapitalizmin krizinin iyice gündeme oturduğu şu günlerde, işten atmalara ve fabrika kapanmalarına karşı “işyerini terk etmemek” gibi eylem biçimlerini önermek zorunda kalabiliyor. Fakat bu bürokratlar için, bir tavrı açıklamak ile bu tavrı koymak arasında her zaman derin bir mesafe olduğu bilinmektedir. Sendikal bürokrasinin herhangi bir kesiminden fiili-meşru eylemlere ve mücadele hattına gerçek anlamda sahip çıkmalarının beklenemeyeceği açıktır.
Yaşanan eylemler, fiili-meşru mücadele çizgisinde bir hareketliliğin geliştiğini gösterirken, bu gerçekleri bir an olsun akıldan çıkarmamak, sınıf hareketine müdahale görevlerimizin genel çerçevesine bağlı kalmak çok daha yakıcı bir önem kazanıyor. Orta ölçekli bir metal fabrikası olan Sinter Metal’de, sendikal bürokrasi ciddi bir örgütlenme çalışması yürütmediği, işçiler kendi çabalarıyla örgütlenmeyi başardıkları halde, patronun saldırısı fabrika işgaliyle yanıtlanabildi. Burada, sendikanın “işyerini terketmeme” yönünde tutum alması ve hiçbir ön hazırlık, bilinçlenme vb. sözkonusu değilken işçilerin bu çağrıya olumlu karşılık vermeleri önemlidir. İcazetçi-bürokratik sendikal yönetimin hızla kontrol altına aldığı bu dinamizm, aynı hızla eritilip tüketilebileceği gibi, daha ileri eylemlerin tetikleyicisine de dönüştürülebilir. Orta ölçekli bir fabrikada oldukça kısa süren bir militan eylemin dahi bu dönemde ne tür etkiler yarattığı, gerek ileri kesimlerin verdikleri tepkilerden, gerek o dönemde gündemde olan diğer eylemlerdeki tavırlardan görülebilir. İşgal cüreti, o dönem direnişte olan Ünsa taşeron işçileri, Sinter’le aynı gün direnişe başlayan Gürsaş işçileri, işten atma karşısında Pirelli işçileri, ücretleri verilmeden atılan bir grup Opsan işçisi tarafından da sahiplenilmiştir. Buralarda işgal eylemlerinin çeşitli zayıflıklardan, özellikle de kolluk güçleri devreye girer girmez bitirilmesinden çok, bu cüretin gösterilmiş olması önemlidir.
Güncel planda kavramamız gereken halka, işçi hareketinin fiili-militan biçimlere kapı aralayan bu yanıdır. Kapitalizmin giderek şiddetlenecek olan krizi işçi ve emekçi kitlelere daha da büyüyen bir fatura olarak yükleneceği için, gerek bu tür mevzi direnişlerin yaygınlaşması, gerekse genel ve merkezi eylemliliklerin artması kaçınılmazdır. Sınıf ve emekçi kitle hareketi payına, 2007 1 Mayıs’ında başlayıp 2008 yılı boyunca süren hareketililik de bunun işareti sayılmalıdır.
Geri dönemin etkilerinden kurtulmak
Bugün, sınıf hareketi payına oldukça ağır ve sancılı geçen yılların yarattığı olumsuz etkilerden sıyrılmak, bu direnişlere sağlıklı bir temelde müdahale etmenin önkoşuludur. Dün sınıf hareketi düzen içi kanallarda oyalanabilirken, aslında işçi kitleleri düzenden fazla bir beklenti içinde olmadıkları halde onun ideolojik hegemonyasının da etkisiyle her şeye rağmen umut taşıyabiliyorlarken, bugün artık bunun olanağı kalmamıştır. Düne kadar düzen karşıtı propagandayla, devrimci sosyalist ajitasyonla arasına konulmuş kalın çizgiler, bugün sistemin yaşadığı sarsıntı nedeniyle giderek artan bir ivmeyle aşınıyor.
Bir dönem boyunca sınıf çalışmamızın bu “çizgileri” gereğinden fazla gözettiğini söyleyebiliriz. Hatta, tasfiyeciliğin-reformizmin baskın olduğu, işçi kitlelerinin bilinç planında en geri düzeye savrulduğu bu dönemde, mücadeleye katılmış genç kuşaklarda yer yer çarpık bir sendikalist-ekonomist anlayış bile oluşabilmiştir. İşçi kitlelerinin verili bilinç ve örgütlülük düzeylerini gözetmek, karşıt güçlerin demagojik propaganda ve manevralarına malzeme vermemek adına, devrimci siyasal propaganda, ajitasyon ve örgütlenme aşamalı bir süreç olarak görülebilmiştir.
Yer yer ortaya çıkabilen bu zaafiyette, devrimci sosyalist propagandanın kendi içinde soyut bir siyasal müdahale olarak anlaşılması önemli bir rol oynamıştır. Oysa, kitle mücadelesinin en ileri biçimler kazandığı dönemlerde bile, ekonomik mücadele ile siyasal mücadele organik bir ilişki içinde sürekli birbirini besleyerek ilerler. En devrimci dönemlerde dahi, somutu yakalayamayan, somutla bağı olmayan bir siyasal propaganda kitleler nezdinde bir karşılık bulamaz. Öte yandan, kitle hareketinin en geri olduğu dönemlerde dahi devrimci siyasal ajitasyon ve propagandanın yürütülebilmesi, fakat yine kitleleri en geriden bile olsa somut duyarlılık noktalarından yakalayabilmesi gerekir. Bu yapılmadığı takdirde, kitlelerin verili bilinci ve örgütlülük düzeyi, bilinen kitle kuyrukçuluğunun, bu ülkedeki en ileri ifadesiyle EMEP oportünizminin dayanağı halini alır.
Siyasal önderlik iddiası
Partimizin her düzeyde sınıf hareketine, konumuz itibariyle mevzi direnişlere, fabrika eylemlerine müdahalesinin çerçevesini, siyasal önderlik iddiası belirler. Bu iddianın somut karşılığı, sınıfın politik bilincini geliştirmek, onu siyasal mücadele alanına çıkarmaktır.
Demek oluyor ki, bir sendikalaşma çalışması yaparken, bir fabrika direnişine müdahale ederken, bir sanayi havzasında yasal-illegal çeşitli araçları kullanarak çalışma yürütürken temel amacımız, işçi kitlelerini çeşitli talepleri üzerinden sermaye düzenine karşı mücadeleye çekmek, kendi özdeneyimleri temelinde eğiterek devrimci iktidar savaşımına kazanmaktır. Bunun somut anlamı, partinin işçi hareketi içinde mevziler kazanarak bir güç haline gelmesi ve öncüsünü kendi çatısı altında örgütlemesidir. Açıktır ki bu, düzenin her türlü etkisine karşı mücadeleyi kaçınılmaz kılar.
Sınıf çalışmamızın dönemsel yönelimleri çerçevesinde sendikalaşma eğilimine müdahale özgülünde de sorun bu perspektifle ele alınmaktadır. Bu sürece önderlik müdahalesinde, işçi kitlelerinin kapitalist patronlara karşı olduğu kadar sendikal bürokrasiye karşı da hazırlanması ve eğitilmesi, sağlam bir örgütlenmenin başlıca gereklerinden biridir. Zira ancak bu yolla sendikalaşma eğilimi, bağımsız taban inisiyatifini yaratmanın dayanağına dönüşebilir. Ve yine ancak fabrikalarda böylesi örgütlülüklere/mevzilere yaslanılarak sendikalar, bürokrasinin elindeyken dahi sınıf mücadelesinin hizmetine koşulabilir.
Bu yaklaşım mevzi işçi direnişleri açısından da geçerlidir. Burada, işçilerin en geri biçimlerde kalsa bile hareket-eylem halinde olmasının yarattığı olanaklar temel dayanağımız durumundadır. Eylemliliğin işçi kitlelerinde yarattığı muazzam değişim potansiyeli, toplumun diğer katmanlarında kolay kolay görülemez. Bilinçlenme ve örgütlenme bakımından bazen bir anın, bir günün dahi sayısız güne bedel olduğu, en çarpıcı haliyle işçi eylemlerinden görülebilir. Eylem halindeki işçi kitlelerindeki bu değişim dinamizmini kavrayamayan, sendikal bürokrasi perdesinden kaynaklı göremeyenler, ne tür bir imkanla karşı karşıya olduklarını da anlayamazlar.
Siyasal önderlik müdahalesi öncelikle bu olanağı temel alır. İçeride hiçbir bağımız yokken dahi geçmişteki işçi direnişlerine, örgütlü yerlerdeki grevlere müdahalemizin, içerde ilişkisi olan siyasal çevrelerin çok daha ilerisinde etkiler yaratmasının temelinde, bu olanağı isabetli bir şekilde değerlendirmek vardır.
Siyasal müdahalenin bazı güncel gerekleri
Mevzi direnişlere müdahale çerçevesinde yapılması gerekenler nelerdir?
Her şeyden önce partinin ve direnişe müdahale göreviyle karşı karşıya olan yerel örgütünün, güç yoğunlaşmasına gitmesi gerekir. Bu, bazı işlerin aksaması pahasına olsa bile başarılmak durumundadır. Kaldı ki, bugünün koşullarında bir fabrika direnişine müdahale, gerçekte sınıf hareketinin geneline yönelik bir müdahaledir. Dahası parti örgütünün hem genel planda hem de işçi hareketi içindeki etkinliği açısından atılım yapmasının, sanıldığından da elverişli zeminidir. Dolayısıyla, olağan işlerdeki bazı aksamalar aldatıcı olmamalıdır.
Güç yoğunlaşması, şekilsiz ve dağınık bir müdahalenin önüne geçme olanağı sağlayacaktır. Böylece, direnişlere/eylemlere müdahale ihtiyacına uygun yapılanmalara gidilebilecektir. Örneğin direnişçi işçilerle gündelik bağ kurmak, direnişi farklı fabrika ve işletmelerde gündemleştirmek, olanaklı olan işyerlerinde eylemli dayanışmalar örgütlemek, aileler ve çevre semtler başta olmak üzere toplumsal desteklerini örmek, mali vb. ihtiyaçlar başta olmak üzere yaygın bir dayanışmayı örgütlemek vb. gibi geniş bir işbölümü alanı sözkonusudur.
Bu zeminde bir siyasal önderlik, bir yandan direnişin kilitleneceği somut hedefleri ve doğrultuyu belirlerken, diğer yandan gün gün direnişin nabzını tutmamızı ve gelişmelere zamanında müdahale etmemizi sağlayacaktır. Geçmiş deneyimlerimiz, merkezi yayınlarımızın yanı sıra özgün yayınların da bu konuda hayli işlevsel olduğunu göstermektedir. Burada temel hedefimiz, direnişin işçilerin bağımsız iradesi altında yol almasını sağlamak olmalıdır. Zira, en ileri olduklarını iddia eden sendikal yönetimler dahi bürokratik mekanizmadan bağımsız hareket edememekte, bürokratik-icazetçi anlayışın kendilerine özgü bir versiyonu olmanın ötesine geçememektedirler. Bu yüzden, başlangıçtaki aldatıcı görüntüye rağmen, işçilerde hızla bir güven sorununun baş göstermesi kaçınılmaz olmaktadır. Zamanında müdahale edilmemiş olması nedeniyle işçilerdeki hoşnutsuzluk genelde bir kırılmaya yolaçarken, zamanında gerçekleşen müdahaleler ise işçilerin yönünü bu müdahalenin sahiplerine çevirecektir. Burada unutulmaması gereken, politikalarımızı yaymak konusundaki ısrarımızın işçileri politikalarımıza kazanmanın temel bir koşulu olduğudur.
Direniş sürecinin, birebir ilişkilerle olsun, çeşitli araçların değerlendirilmesi üzerinden olsun gerçek bir eğitim-bilinçlenme imkânına dönüştürülmesi, müdahalenin bir başka temel yönü olmak zorundadır. Yayınlarımız başta olmak üzere tüm günlük müdahale araçlarımız, öncelikle güncel toplumsal gelişmeleri direnişçi işçilerin eğitimine konu edilebildikleri koşullarda başarılı olabilir. Buna salt kendi imkânlarımız üzerinden de bakmak gerekmiyor. Eğitsel, kültürel, sanatsal iddiası olan ilişkilerimizi direnişçi işçilerle buluşturmak, iki tarafa yönelik olarak da siyasal etkinliğin pekişmesini sağlayacaktır. Dahası, bir direnişin en önemli kazanımının bilinç ve örgütlülük alanında olacağını her işçiye kavratabilmek, bir yenilgi durumundan dahi kazanımla çıkmanın kriteridir.
Sendikalaşmalarda olduğu gibi mevzi direnişlerde de sorun hiçbir zaman iktisadi mücadele sınırlarında ele alınamaz. Sınıfın devrimci partisi olarak en asli görevimiz, her olanağı devrimci siyasal müdahalenin hizmetine koşmaktır. Bunun bir yanı işçilerin kitlesel devrimci eğitimi için çabalamak iken, bununla yakından ilişkili diğer yanı, direnişin öncülerini parti politikalarına ve çizgisine kazanmak, mümkünse parti saflarında örgütlemektir. Bunun, politikayı öncülerle birlikte oluşturmayı, onlarla birlikte uygulamayı gerektirdiği açıktır. Bağımsız taban inisiyatifi, bunun ayaklarından biri olarak bağımsız işyeri komitesi çabamızın hedeflerinden biri de budur zaten. Yanı sıra parti adına da söz söyleyen, partinin çeşitli gelişmeler karşısındaki tutumunu da işleyen bir propaganda düzeyi gereklidir. O yüzden, böylesi işçileri bilinçli bir yönelimle parti propagandasının muhataplarına dönüştürmek, sendikalaşma, direniş, grev, TİS vb. süreçlere müdahalemizin en asli boyutu sayılmalıdır. Zira bu tür süreçler bunun en uygun momentleridir. Ya sonuç üretecek şekilde değerlendiririz ya da geride hiçbir iz ve kazanım bırakmadan geçip giderler.
Bugün bu süreçleri politik ve örgütsel plana pratik kazanımlara dönüştürememek, aşılabilir yetersizliklerin değil kaba bir zafiyetin ifadesi olacaktır. Zira bugün mevzi eylemler, grevler, direnişler şahsında gündeme gelen olanakları yeterince değerlendiremediğimiz koşullarda, daha ileri siyasal önderlik görevlerine hazırlıklı olmamız da mümkün olamayacaktır.